SALTANATININ GÖZÜ KARA SULTANI MAHPEYKER KÖSEM’İN BEKLENMEDİK YÜKSELİŞİNİN HİKAYESİ
Çocuk yaşta Milos’tan koparıldığında bütün hayallerine veda etti Nasya. Kaderi, ona hizmetçi olacağını fısıldasa da asi bir denizkızıydı o. Cehennem beklerken cenneti bulduğu Osmanlı Sarayı’nda kraliçe olmaya ant içmişti. Entrikalara, hiç uyumayan düşmanlara, sinsice kol gezen ölüme ve ihanetlere, zekâsı ve insanı büyüleyen güzelliğiyle meydan okudu. Talihi kendine aşık eden, Osmanlı’nın yolunu çizen Mahpeyker Kösem Sultan’dı artık o. Ancak uğruna gençliğini, çocuklarını, vicdanını, umutlarını feda ettiği taht, kime sadık kalmıştı ki ona kalsın? Koskoca bir devleti, sayısız padişahı dize getiren, onu Osmanlı’da Kösem yapan zekası, sonunda kadere boyun eğecekti belki de... Ama, cihana hükmeden Mahpeyker Kösem Sultan’dı o. Tarihi padişahlar değil, o yazmıştı. Ve ant olsun ki, adı tarih sayfalarından eksik kalmayacaktı. Azrail, bir tek canını alabilirdi. Varsın, alsındı!
Ah, benim bahtsız Kösem Sultan'ım! Uzun zamandır kitap okumamış olduğum sıcak Karadeniz günlerimde bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim!
Aslında her şey bir yaz günü Sinop'ta akrabalarımın evinde her gün olduğu gibi sıkıntıdan ve sıcaktan krizler geçirip - ama bu sefer yetti artık diyerek- kendimi sokağa atmamla başladı. Nasıl bir cesaretse güneşin alnında sahil yürüyüşü yapacağım derken alnıma vuran güneşten yanan beynimi kurtarmak için kendimi, kütüphane olduğunu duyduğum ama açıkçası nedendir bilinmez biraz çekinip de hiç girmediğim bir binaya atarken buldum. Ve kendimi gerçekten çok otantik ve kendine hayran bırakacak bir yerde buldum: Dr Rıza Nur İl Halk Kütüphanesi. Bu konuyu uzatmayacağım fakat kitapseverler olarak Sinop'a yolunuz düşerse mutlaka içeri bir kafanızı uzatın derim. Küçük bir kütüphane olsa oldukça sıcak ve samimi, döşemeler bile sizi içeri, okumaya davet eder gibi. Deniz kıyısında olması dolayısıyla manzarasının da harika olduğunu söylemeden geçemeyeceğim...
Kütüphanede kitaplar arasında gezinirken reading-slump'ın ne kadar derinlerinde olduğumu kestirmeye çalışıyordum çünkü her ne kadar bütün kitapları alıp götürme isteğiyle dolsam da hiçbirini uzun süre okuyamıyordum. Önce sağda gördüğünüz pencerenin yanındaki rahat koltuklara geçip Nietzsche'den birkaç satır okudum, sonra Tomris Uyar'dan... Sonra biraz daha öyküsel bir kitap istediğimi fark ettim, belki bir roman... Ve biraz daha dolanmaya başlamışken bir anda bir kitaplığın en altında Osmanlı Hanedanı serisinin birkaç kitabına gözüm takıldı, evimde zaten olanlar dışında Kösem de onların içindeydi. Aslında daha farklı (İngiliz - İskoç tarzı) bir tarihi aşkı tercih ederdim ama Kösem beni kendine çekti ve öylesine elime alıp ilk ve son sayfalarını okudum. Bu arada dünyanın en büyük hatası, lütfen kimse kitaba son sayfasından başlamasın... Bir sonraki an kendimi tekrar rahat koltuklarıma yerleşmiş ve kitaba gömülmüş bir halde buldum. Zaten bir kez başlayınca elimden bırakmak mümkün olmadı. Hemen ödünç alıp eve geçtim ve bitirene kadar yemek ve uyku dışında ara verebildiğimi hatırlayamıyorum.
Daha önce bahsettiğim gibi bende bu serinin birkaç kitabı var. Annem Hürrem'i çok beğendikten sonra okuması için almıştım ve severek de okumuştu. Sonra çevremden birkaç kişi daha alıp okumuştu. Gerçekten nasıl yapabildiklerini bilmiyordum. Kapkalın bir tarih kitabı! Belki bu ön yargı bana hiç yakışmıyor ama gerçekten böylesine sürükleyici bir seri olabileceği aklıma bile gelmezdi. Son kitabından başlamış olabilirim fakat bunun eksikliğini neredeyse hiç hissetmedim. Zaten ilk kitapta başlangıç değil sonuçta, onun da öncesi var, zaten gerçek tarihten esinlenerek yazılmış kitaplar.
Gerçek tarih demişken en çok da gerçekçi kısımları çarptı beni bu kitabın. Yani tarihin bir yerlerinde belli yıllar aralığında, farklı detaylarla aynı temel olayların gerçekten de yaşanmış olduğunu bilmek bana çok ayrı bir heyecan ve haz kattı. Bu yüzden olacak ki kitaptaki bazı saçma ve yersiz bulduğum olağanüstü ögeler -bkz. cinci hoca, kahin dilenci, gelecekle ilgili rüyalar...- beni rahatsız etti. Her karşıma çıkan yerde bana senaryonun gerçekten ne kadar uzak olduğunu hatırlattı fakat ben gerçekmiş gibi okumaktan çok zevk alıyordum.
Ne var ki tek rahatsız olduğum nokta buydu! Tabii ki kitabı bitirdiğimde çok etkilenmiştim fakat en çok merak ettiğim şey kitaptaki hangi kısımların gerçek hangilerinin kurgu olduğuydu. Buna gerçekten kafayı takmış durumdaydım ve sorularıma cevap bulamamam biraz rahatsız edici bir hal almaya başladı. Ben de bir dahaki sefere Osmanlı tarihiyle ilgili bir kitap okurken kurgu içermeyen bir kitap okumaya karar verdim. Bu durumun bu serinin güzelliğiyle pek alakası yok gerçi...
Yazıma neşe katan, çok çok akıcı ve bir o kadar da etkileyiciydi bu kitap. Elime alınca bırakamıyordum ve bıraktığımda da gün boyunca etkisinde oluyordum. Sürekli o dönemde yaşıyormuş gibi konuşasım, o elbiseleri giyesim geliyordu, anlarsınız ya... Bir kitaptan böyle etkilenmeyeli uzun bir zaman olmuştu bu nedenle içinde olduğum bu durum bir hayli hoşuma gidiyordu açıkçası.
Kitabı okuyalı aylar geçmiş olması ve kütüphaneye çoktan geri vermiş olmam sebebiyle içerikten bahsetmem pek de mümkün olmayacak şu an için. Zaten kendimi ve kitap hakkındaki düşüncelerimi yeterince açıkladığımı düşünüyorum. Bu arada, kitap şu an üretilmiyor anladığım kadarıyla, fakat her zaman ikinci elini uygun fiyatlara bulabilirsiniz! O zaman, bir yorumun daha sonuna geldik diyebilirim. Yorumlarınızı eksik etmeyin, hoşça kalın!
Yazar: Demet Altınyeleklioğlu Yayınevi: Artemis Sayfa Sayısı: 800
Liste Fiyatı: 28 TL GoodReads Puanı: 3,93
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder