Yenilginin rengi gözbebeklerini boğsa da,
hepimiz gibi yoluna devam et ve inatla gülümse.
Gülümse ve karanlık kuytuların en karanlıgında yaralarını yala.
Parmaklarınla yaralarına dokun ve onları hatırla.
Kendilerini birer başarısızlık örneği olarak gören Wolfe kardeşler, kaderlerini baştan yazmak için daha önce hiç denemedikleri bir yola baş koyarlar.
Bu yol kimilerinin para, kimilerinin şöhret, kimilerininse onurları için seçtikleri boks ringleridir.
Peki, iki kardeş bu acımasız düzene tutunup ayakta kalmayı başarabilecek midir?
Markus Zusak, Köpek Düşlerinden sonra üçlemenin ikinci kitabı olan İt Dalaşı'yla, talihle yıldızları bir türlü barışmayan arızalı iki erkek kardeşin hayatla verdikleri çetin mücadele üzerinden unutulmayacak bir mesaj veriyor:
Yüreğini kaybetme.
Ve bir kez daha Markus Zusak beni hayal kırıklığına uğratmadı. Tekdüze gibi başlayan kitap bir kez daha ne oldu ne gitti anlamadan bitti.
Dövüşü. Seviyorum.
Çünkü ne kadar fiziksel görünse de aslında tamamen psikolojik bir olay. Bunu Markus Zusak'ın dilinden okuyunca daha iyi anladım.
Bu serinin kitaplarını beğenme-beğenmeme konusunda çok zıtlık gördüm. Bana kalırsa kesinlikle herkese öneremem. Bu kitap, sanki siz onu okurken kalbinizin derinliklerinde bir yere dokunmaya çalışıyor. Uzanıyor, çekiliyor, gücünü toplayıp tekrar uzanıyor. Eğer siz kitabı okurken biraz yumuşarsanız anında oraya ulaşıyor ve sizi etkisi altına alıyor.
Ama çoğu kişi kitabı olayların içine girerek, bir karakter olarak değil de, "Peh, bu da neymiş ya, dram gibi ama değil, sıkıldım" tarzında okuduğu için, gerçekten sıkılıyor ve kitaptan uzaklaşıyor. Bu da gayet normal, çünkü bu kitap, bu düşünenin oluşmasına müsait bir kitap.
Bazı şeyler tamamen kişinin duygusal ruh haline bağlı oluyor. Kitaba kendinizi kaptırır ve beğenirsiniz, ya da kitaptaki konu size çok uzak gelir, umursamazsınız.
Ben kitabı beğendim, çünkü bir çocuğun psikolojik çırpınışlarını, çabalamasını, korkusunu ve cesaretini gördüm bu kitapta. Kardeşliği gördüm, sadakati gördüm, hayalleri gördüm. Ve gerçekleri gördüm, birazcık canımı acıttı.
Hayır bu insanlar ağlasın diye yazılmış bir dram kitabı değil, ağlayacağınızı da sanmıyorum zaten. Yüzünüzde mutlak bir ifadesizlikle okuyorsunuz kitabı. Ne sevinçten havalara uçuyorsunuz ne de şaşkınlıktan ağzının açık kalıyor. Sadece okuyorsunuz ve sanki hayatı yaşarcasına, bu işin sonu nereye varacak diye bekliyorsunuz. Belki de bir sonu olmayacak, kim bilir?
Ve kitabın sonu için de farklı değil. Bence muhteşemdi sonu yine de ne çok mutlu oldum ne de çok ağladım. Yine ifadesizdim, sadece başımla onayladım, hafifçe gülümsedim ve içimde bir umut ışığı belirdi. Çünkü bu kitap size böyle hissettiriyor. Hislerinizi soruk noktalarda yaşamıyorsunuz belki ama içinizde bir şeyler kıpır kıpır.
İşte bu kitabı bu yüzden seviyorum. Çünkü bana farklı hissettiriyor. Bütün kitapların hissettirdiği net duygulardan farklı. Her duygunun önünde bir sis perdesi var, aynı gerçek hayat gibi. Yazarın dilini sevme nedenim de bu. Olayların hiçbiri muhteşem, tahmin edilemez, kusursuz değil.
Ama yazarın öyle bir dili var ki, bu kitaptaki olayları kim yazarsa yazsın o çizgiye ulaşamaz. Aynı hikayeyi başka bir yazardan okusam sıkılırım. Çünkü olay örgüsü basit. Gerçek güzellik, kitaptaki duygularda, kelimelere yüklenen psikolojide.
Aslında bu yorumda böyle felsefe sınıfına ders anlatır gibi cümleler kurmayı düşünmüyordum. Her zamanki gibi içerikten konuya girip düşüncelerimi aktaracaktım fakat bir baktım konu kaymış gidiyor. Kısaca ben bu serinin ikinci kitabını da severek okudum. Özellikle son yarı hızlıca akıp gitti. 3. kitabı ne zaman alırım bilmiyorum, muhtemelen yine uzunca bir zaman sonra alırım.
Dövüşü. Seviyorum.
Çünkü ne kadar fiziksel görünse de aslında tamamen psikolojik bir olay. Bunu Markus Zusak'ın dilinden okuyunca daha iyi anladım.
Bu serinin kitaplarını beğenme-beğenmeme konusunda çok zıtlık gördüm. Bana kalırsa kesinlikle herkese öneremem. Bu kitap, sanki siz onu okurken kalbinizin derinliklerinde bir yere dokunmaya çalışıyor. Uzanıyor, çekiliyor, gücünü toplayıp tekrar uzanıyor. Eğer siz kitabı okurken biraz yumuşarsanız anında oraya ulaşıyor ve sizi etkisi altına alıyor.
Ama çoğu kişi kitabı olayların içine girerek, bir karakter olarak değil de, "Peh, bu da neymiş ya, dram gibi ama değil, sıkıldım" tarzında okuduğu için, gerçekten sıkılıyor ve kitaptan uzaklaşıyor. Bu da gayet normal, çünkü bu kitap, bu düşünenin oluşmasına müsait bir kitap.
Bazı şeyler tamamen kişinin duygusal ruh haline bağlı oluyor. Kitaba kendinizi kaptırır ve beğenirsiniz, ya da kitaptaki konu size çok uzak gelir, umursamazsınız.
Ben kitabı beğendim, çünkü bir çocuğun psikolojik çırpınışlarını, çabalamasını, korkusunu ve cesaretini gördüm bu kitapta. Kardeşliği gördüm, sadakati gördüm, hayalleri gördüm. Ve gerçekleri gördüm, birazcık canımı acıttı.
Hayır bu insanlar ağlasın diye yazılmış bir dram kitabı değil, ağlayacağınızı da sanmıyorum zaten. Yüzünüzde mutlak bir ifadesizlikle okuyorsunuz kitabı. Ne sevinçten havalara uçuyorsunuz ne de şaşkınlıktan ağzının açık kalıyor. Sadece okuyorsunuz ve sanki hayatı yaşarcasına, bu işin sonu nereye varacak diye bekliyorsunuz. Belki de bir sonu olmayacak, kim bilir?
Ve kitabın sonu için de farklı değil. Bence muhteşemdi sonu yine de ne çok mutlu oldum ne de çok ağladım. Yine ifadesizdim, sadece başımla onayladım, hafifçe gülümsedim ve içimde bir umut ışığı belirdi. Çünkü bu kitap size böyle hissettiriyor. Hislerinizi soruk noktalarda yaşamıyorsunuz belki ama içinizde bir şeyler kıpır kıpır.
İşte bu kitabı bu yüzden seviyorum. Çünkü bana farklı hissettiriyor. Bütün kitapların hissettirdiği net duygulardan farklı. Her duygunun önünde bir sis perdesi var, aynı gerçek hayat gibi. Yazarın dilini sevme nedenim de bu. Olayların hiçbiri muhteşem, tahmin edilemez, kusursuz değil.
Ama yazarın öyle bir dili var ki, bu kitaptaki olayları kim yazarsa yazsın o çizgiye ulaşamaz. Aynı hikayeyi başka bir yazardan okusam sıkılırım. Çünkü olay örgüsü basit. Gerçek güzellik, kitaptaki duygularda, kelimelere yüklenen psikolojide.
Aslında bu yorumda böyle felsefe sınıfına ders anlatır gibi cümleler kurmayı düşünmüyordum. Her zamanki gibi içerikten konuya girip düşüncelerimi aktaracaktım fakat bir baktım konu kaymış gidiyor. Kısaca ben bu serinin ikinci kitabını da severek okudum. Özellikle son yarı hızlıca akıp gitti. 3. kitabı ne zaman alırım bilmiyorum, muhtemelen yine uzunca bir zaman sonra alırım.
Yazar: Markus Zusak Yayınevi: Martı Sayfa Sayısı: 176
Liste Fiyatı: 12 TL GoodReads Puanı: 3,85
Diğer yorumlarından çok farklı bir yorum olmuş gerçekten. Sevdim açıkçası , çok farklı cümleler kurmuşsun :) Herkese hitap etmeyen kitapları daha çok seviyorum. Herkesin aynı yorumu yaptığı ya da aynı hisleri yaşadığı kitaplardan uzak duruyorum. Yazarın daha önce hiçbir kitabını okuma şansım olmadı ne yazık ki :( Merak ettim doğrusu , sıklıklı duymuştum adını çünkü.
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Yazarın Kitap Hırsızı adlı kitabı çok revaçtaydı bir aralar, oradan duymuş olman muhtemel. Ama ben bu seriyi daha çok seviyorum :D
Sil