Nora'nın Kitaplığı

16 Aralık 2021 Perşembe

Başka Dilde Aşk - Kitap Yorumu

Başka Dilde Aşk, korkunç bir gecenin hatıralarına zincirlenmiş bir kadının ve sevgisiyle o zincirleri kırabilecek adamın hikâyesi. Geçmişin acı yüklü izlerini taşıyan sessiz bir adamın ve sesini bulmasına yardım edebilecek kadının hikâyesi. Acının, kaderin ve aşkın iyileştirici gücünün hikâyesi…
Herkese merhaba arkadaşlar. Bugün benim için zor bir gün olacak çünkü yine uzun zaman önce okuduğum bir kitaba yorum yapmaya geldim, ayrıca bu yorum da oldukça sorunlu bir konuyu işleyecek. Canımız biraz sıkılacak yani, okuyacaksanız bunu göze alın derim. Şu kitabı lisede, belki de üniversitenin başlarında okusam, muhtemelen 5 yıldızı basar üstüne de bir öpücük kondururdum. Fakat artık belli konularda bilinçlenmiş olacağım ki bu kitapta okurken beni bir konuda rahatsız eden birçok nokta oldu. Resmen bir Çirkin Aşk vakası daha yaşadım. Bu konu dışında çok sevdiğim bir kitap oldu ama görmezden gelinemeyecek -ve artık canıma tak eden- bir konu olduğu için bu postta uzun uzun yazacağım artık her şeyi, bir daha bahsedilmemek üzere kapansın bu konu.

Yorumumun devamı birçoklarına duyar kasmak olarak gelebilir ama böyle hissetmek elimde değildi ve bunu daha ziyade duyarlı olmak olarak nitelemeyi tercih ederim, teşekkürler :) Tabii ki bu noktalara takılmayanlara da duyarsız demiyorum, keşke ben de kendimi kitaba kaptırıp etik incelemesine girişmeseydim ama insanın kafası bir kez o yöne kayınca bir daha dikkat etmemezlik yapamıyorsunuz işte...


Spoiler İçerebilir (Yorumun tatsız kısmı burası, duyar okumak istemiyorsanız direkt spoiler bitti kısmına geçebilirsiniz)
Öncelikle etik olarak sorunlu bulduğum noktaları içimden atıp bir rahatlamak istiyorum. Şahsen inanıyorum ki, travma ve trajediler üzerine dramatik bir kitap yazılacaksa bu kitaplar new-adult türünde olmamalı. Özellikle abuse (taciz, kötü emeller için kullanılma, suistimal edilme) gibi ciddi konularda yazılacaksa bir kitap, ya da karakterlerin geçmişinde buna benzer ciddi travmalardan bahsedilecekse, bu sorunlar çok daha ciddi bir şekilde işlenip daha ciddi bir şekilde çözüme uğratılmalı. Dram kitapları çoğunlukla bu konuda başarılı, nitekim yetişkin olarak geçen, genellikle her yaşa hitap eden romantik kitaplar da bir yere kadar başarılı. Fakat new-adultlarda böyle konuların ele alınması, bunları normalleştirmek ve basitleştirmekten başka bir işe yaramıyor bence. Kafamızı boşaltan ve eğlenceli olan new-adult kitapları okumayı birçoğumuz çok seviyoruz, ama aynı zamanda ne kadar boş kitaplar olduklarını da kabul etmemiz gerekiyor -ki çoğunlukla ediyoruz da. Genel olarak romantizm kavramını bile çoğunlukla cinsel ilişkilerden ibaret gibi gösteren bu genre, iş sorunlu meselelere gelince durumun ciddiyetini okura aktarmakta başarısız kalıyorlar. Bu kitapta da, buna benzer travmatik geçmişi olan karakterleri işleyen diğer new-adult kitaplar gibi, yardım alması ve çok hassas yaklaşılması gereken karakterlerin basit bir ilişkiyle bütün sorunlarının çözüldüğünü görüyoruz. Maalesef bu ne gerçekçi, ne de sağlıklı bir ilişki, en azından ben böyle hissediyorum.

Kitabın başlarını çok sevsem de, ilerledikçe bir şeylerin yanlış olduğu hissinden kurtulamadım. Bir gariplik vardı. Kitapta erkek karakterin geçmişi ve yaşam tarzı kesinlikle tıbbi yardım alması gerektiğine bir işaretti mesela. Hayata karşı bilgisizliği ve masumluk seviyesi düşünülünce kadın karakter her ne kadar onu 'seviyor' da olsa, daha çok kendisine bir yara bandı bulmuş, hatta neredeyse bir oyuncak/bir köle bulmuş da onu kullanıyor ve buna 'aşk' diyormuş gibi hissetim ben daha çok. Diğer yandan her ne yaşamış olursa olsun, erkek karakterin 'masumluk' seviyesi de biraz fazla abartılmıştı. Yani, özellikle o malum sahneden sonra, Bree'nin "ayy ben de şunu şunu yaptınız sandım, ya sen ne kadar masumsun bir dans etti diye miydi bütün bunlar ne olacak canım ondan" tepkisi... yani, nE? Bu kitabı okuyup da bu olayı başlı başına garip bulmayan var mı gerçekten? En fazla benim gibi görmezden gelmeye çalışmışsınızdır diye düşünüyorum. Gerçekten bu düşünceyi beynimin derinliklerine itip burada bahsetmemek için çok uğraştım ama elim klavyeye değince her şey dökülüyor işte...
Spoiler Bitti

Yani genel olarak ciddi konuların daha gerçekçi işlenmesi taraftarı olduğum için bu kitabı etik bulmadım. Kitabın konusunu ve genre'sını bile bile okudun, ne bekliyordun diye düşünüyor olabilirsiniz, onu da soran olursa uzun uzun tartışabiliriz ama herkese açık bu postta daha fazla uzatmak istemedim konuyu. Ben de bu kitabın bu derece pervasız bir şekilde yazılmış olacağını bilsem yıllarca peşinden dolanmazdım doğrusu. Bu derece sorunlu bir karakteri konu alıyorsa keşke new-adult olarak yazılmasaymış da daha ciddi bir romantik kitap olsaymış. 

Bu tatsız muhabbet dışında kitabı çok beğendim. Dümdüz okusam 5 yıldız verirdim, karakterler, uyumları, genel olay örgüsü çok güzeldi, bir o kadar da akıcıydı. Tabii ki yazarlar bu tarz konularda new-adult yazmaktan kaçınmayacağı için artık ben bu tarzda kitapları okumaktan kaçınmaya karar verdim.  Yine de beynimin kemirilen kısmını bir kenara bırakırsam güzel bir romantik kitap deneyimiydi diyebilirim. Zaten 'sıfırdan başlama' konusu romantiklerde favori konularımdan ve bu kitapta da eğlenceli bir şekilde işlenmişti.


Beni aşırı geren şu yorum aylar sonra sonunda yazılıp bittiği için çok mutluyum, şimdi arkama bakmadan kaçıyorum hadi eyvallah

Edit: Evet nokta bile koymuyorum öyle bir kaçış
 Yazar: Mia Sheridan     Çevirmen: Hanife Albayrak      Yayınevi: Yabancı

 Sayfa Sayısı: 392      GoodReads Puanı: 4.36

Asla Asla - Seri Yorumu

1. Kısım

Charlize Wynwood ve Silas Nash bebekliklerinden beri birbirlerinin en yakın arkadaşıydılar. Ve on dört yaşında birbirlerine âşık olduklarını anlamışlardı.

Ancak o sabahtan sonra... iki yabancı olacaklardı.

İlk öpüşmeleri, ilk kavgaları, aşklarını fark ettikleri ilk an… Bütün anıları kaybolmuştu sanki.

“İlk öpüşmemiz gerçekten ne zamandı umrumda bile değil.”

“İşte bu hatırlamak istediğim şey.”

Charlize ve Silas, onları bu hale getiren nedeni bulup gerçekleri açığa çıkarmak için birlikte uğraşmak zorundaydılar. Eskiden nasıl olduklarını hatırladıkça, tekrar bir araya gelme fikrini daha da fazla sorgulamaya başlayacaklardı.


2-3. Kısım

“Birine böylesine âşık olma hissini hatırlamak istiyorum. Herhangi birine de değil. Charlie’ye böylesine âşık olma hissini hatırlamak istiyorum.”

“Senin ilk öpücüğün olduğumu asla unutma.
Benim için senden sonrası olmayacağını asla unutma.
Ve tüm bu olanlar arasında beni sevmekten asla vazgeçme.
Asla vazgeçme, Charlie.
Asla unutma.”

Silas zamana karşı yarışırken daha fazla gerçek ortaya çıkıyor, her şey daha da karmaşıklaşıyor. Tehlike arttıkça Silas da kontrolünü kaybediyor ve insanlar olanlardan onu sorumlu tutuyor. Charlie’nin başı belada ve geçmişle gelecek arasındaki uçuruma köprü olmak zorunda. Çünkü “seni seviyorum”lar ve “asla asla”lar arasında bir yerde, kimsenin hayal bile edemediği şaşırtıcı gerçek keşfedilmeyi bekliyor.

“Neredesin Charlie?”

Herkese merhaba! Bu kitapları okuyalı aylar geçti ama yine de blogumda yorumu bulunsun istediğim için kendimi hislerimi hatırlamaya zorlayacağım şimdi 😄 Kitaplar çok kısa ve bir solukta bitiyordu, 3 kitabı toplasan ancak bir kitap eder diye düşünerek hepsinin yorumunu bir girmeye karar verdim (bunca yıllık blogda bir ilk). Sizlere de iki kitabı da almadan seriye başlamamanızı tavsiye ederim çünkü araya zaman koyup okunabilecek bir seri değil bence, delirirsiniz 😂 

Öncelikle kitapları ilk bitirdiğim zaman girdiğim yorumlara bakalım (tamamen spoilersız). İlk kitabı bitirdiğimde şu şekilde bir yorum yazmışım GoodReads'e:

"O kadar gerginim ki şu an. Beklediğimden çok farklıydı, bana biraz Mara Dyer’ı anımsattı.  Daha kitabın başından beri yalnızca iki gün geçti ve kitap çok heyecanlı ve gergin bir yerde bitti. Dolayısıyla okuyacaksanız mutlaka iki kitabı da aldıktan sonra başlayın derim.

Kitap resmen bodoslamasına başlıyor ve biz daha ne oluyor ne bitiyor anlayamadan bitiyor. Gizem/gerilim tarzında ve çözümleyemediğimiz bir romantizm var. Yazarlar ne yaptığının farkında mıydı bilmiyorum ama yüzeysel gibi görünse de temelinde derin bir konuyu ele almış, blogda daha detaylı bahsedeceğim. Aşırı meraklıyım şu an, ikinci kitaba koşuyorum.Bu arada, seriyi üç kitaba bölmelerini anlayamadım doğrusu."

Detaya girmeden önce, 2. kitaptan sonra da seri hakkında şunları söylemişim (yine spoilersız):

"Kısım iki 5/5, Kısım üç 4/5 gibiydi sanki. Her şeyin sebebini güzel bağlamışlar ama -beklediğim gibi- dandik bir şey çıktı. Romantik kitaplara böyle fantastik şeyler katılınca sonunda genelde çok doyurucu bir yere bağlanamıyor maalesef. Ama kitabın dili güzeldi, karakterleri sevdim ve son bölüme de bir güldüm. Farklı bir kitap olduğu için beğendim, iyi ki okumuşum."

Kitabı okumayan arkadaşlar için bu yorumlar hislerimi yeterince açıklıyor bence. Şimdi de biraz içeriği de katarak yorum yapacağım, dolayısıyla spoiler ve benzeri şeyler içerebilir bu yorumun devamı. Okumayanlarla yollarımızı burada ayıralım, yorum yapmadan geçmeyin, seviliyorsunuz!



Yorumun Devamı Kitabın İçeriğine Dair İçerebilir

Belki de birbiriniz için yaratılmış olmanıza rağmen milyonlarca farklı sebep ve etkenden dolayı kötüye giden ve bozulan bir ilişkinizi düşünün... Şimdi de her şeye sıfırdan başlayabileceğinizi hayal edin, ilişkinizin eski haline dair tek bir hatıranız bile olmadan, sizi zehirleyen bütün çevresel etkenlerden ve düşüncelerden arınmış bir şekilde. Birçoğumuz bu hayali çoktan kurmuşuzdur bile belki de. "Bu dünyaya bir kez daha gelsem, yine seninle olurdum" cümlesinin doğruluğunu sınayan bir olaydan bahsediyoruz. Gerçekten de bir kez daha birbirinizi bulabilir miydiniz o kişiyle, bir kez daha birbirinizi sevip eskisinden daha güçlü bir şekilde yeniden mi doğardınız? Yoksa ilişkiniz ve hayatınızdaki zehirli detayları ve hataları bir kez daha keşfettikçe birbirinizden tamamen uzaklaşıp her şeye bir son mu verirdiniz? İşte bu kitapta da kader perileri (!) karakterlerimize ilişkilerinde ve hayatlarında ikinci bir şans veriyor ve tekrar tekrar onlara her şeyi unutturuyorlar, ta ki çiftimiz asıl kader çizgilerine geri dönene dek.

      

Kitabı okumadım, yaşadım resmen. Yazarlar oldukça heyecanlı ve sürükleyici bir deneyim yaşatmayı başarmışlar. Gerçek dünyada geçmesine rağmen açıklanamayan paranormal olaylar içeren kitapları genelde çok sevmem doğrusu, çünkü bana kalırsa yazarlar çoğu zaman başarılı bir son yazamıyor, düzgün bir açıklamada bulunamıyorlar ya da bulunmuyorlar belki de. Bu kitabın sonu da başarısızlıktı gerçekten, dediğim gibi konu "kader perileri"ne bağlandı diyebiliriz kısaca. Ama kitabın sonuna kadar gelen yolu çok etkilenerek okudum, bu yüzden genel olarak sevdiğim bir seri oldu benim için.

Karakterlerle birlikte strese girip gerilmek, ne çıkacağını bilememek çok değişik bir histi. Karakterlerin parça parça bu unutma olayından önceki hayatlarına ve ilişkilerine dair şeyler keşfetmeleri çok eğlenceliydi. Olanlardan bir anlam çıkarabilmek için yeri geldi utanç verici aldatma mesajları gördük, yeri geldi birilerinin günlüğünü ağzımız açık okuduk, yeri geldi ilişkileri dış etkenlerden zehirlenmeden önce aslında ne kadar aşık olduklarını gördük. Hem kalp kırıcı hem de duygusaldı genel olarak bütün süreç. Daha uzun bile yazılabilirdi ama böyle de gayet tadında olmuş. Tek anlamsız bulduğum şey neden 3 kitaba bölündüğü. Ticari sebeplerden ise böyle bir şey yapmaları çok iğrenç. Çünkü seri açık bir şekilde tek kitap olmalıydım ben diye bağırıyor. Her neyse, günün sonunda, iyisiyle kötüsüyle herkesin deneyimlemesini isteyeceğim bir seri daha okumuş oldum. Bir sonraki paylaşımda görüşmek üzere, hoşça kalın!
 Yazar: Tarryn Fisher & Colleen Hoover     Çevirmen: Nihal Yormaz      Yayınevi: Epsilon

 Sayfa Sayısı: 184+208      GoodReads Puanı: 4.04 | 4.03 | 3.49

8 Haziran 2021 Salı

Hedef (Off-Campus #4) - Kitap Yorumu


Sabrina hedeflerine ulaşmakta iyiydi…

Üniversitenin son senesinde olan Sabrina James tüm geleceğini planlamıştı: Mezun olacak, hukuk okulunun canına okuyacak ve amansız bir hukuk firmasında yüksek maaşlı bir işe girecekti. Şüphesiz ki, ilk görüşte aşka inanan yakışıklı hokey oyuncusu, onun utanç duyduğu geçmişinden kaçış planlarının bir parçası değildi. Sabrina’nın John Tucker’a tek verebileceği ateşli bir geceydi, fakat bazen tüm hayatının değişmesi için bir gece yeterliydi.

Fakat oyun daha da karmaşık hale gelecekti…

Tucker yıldız oyuncu olmak kadar takımın bir parçası olmanın da öneminin farkındaydı. Buzun üzerinde spot ışıklarından uzak durmakta sorun görmüyordu fakat yirmi iki yaşında baba olması gerektiğinde kenarda durup izlemekle yetinmeye hiç niyeti yoktu. Yakında çocuğunun annesi olacak kadının güzelliği, zekâsı ve onun bütün enerjisini istiyor olması sorun değildi. Sorun olan şey, Sabrina’nın kalbini açmıyor olmasıydı ve bu sıkı kumralı yardım kabul etmeyecek kadar inatçıydı. Eğer Tucker rüyalarının kadınıyla bir gelecek istiyorsa, Sabrina’yı bazı hedeflere asla tek başına ulaşılamayacağına ikna etmesi gerekiyordu.
Bu kitabı gerçekten sevmedim ve üzerine düşündükçe daha da az sever oldum. Tucker zaten sosyal açıdan pasif bir karakter olduğu için çok ısınamamıştım ama yine nötr kaldım ona. Ama Sabrina... yani davranışlarına dair öyle çok yanlışlık var ki, karakter sayısı yetmiyor anlatmama. Bizim yıldızlarımız hiç barışamadı anlayacağınız. Karakteri geçtim, kurgu da bayağı bir yavaş aktı benim için, öyle ki kitap okuma hevesimi kaybettim ve bitirmek için kendimi zorlamam gerekti. İkilinin arasında cinsellik dışındaki duygular bana hiç geçmedi. Tucker zaten yapısı gereği Sabrina’ya çok değer veriyordu, bunu hissettim ama Sabrina için aynı şeyleri söyleyemiyorum. Aslında diğerlerinden çok bir farkı yoktu belki de ama ben başlarda sevsem de kitap ilerledikçe soğuduğum için sonlara doğru iyice zorlanmış olabilirim 😞

Uzun uzun yorum yapabilirim ama hepsi Sabrina hakkında yakınıp neden haklı olduğumu ispatlamaya çalışmakla dolu olur muhtemelen. O yüzden bu kitaba hak etmediği bir emeği vermeyip yorumu burada keseceğim sanırım. Okuyalı bir ayı geçmiş olmasa belki daha objektif bir yorum yapabilirdim ama şu an aklımda sadece neden sevmediğim kalmış. O yüzden bu kitabı Off-Campus'ün başarısızlığı ilan ediyor ve kaçıyorum :D (En kısa yorumum bu olabilir mi?)

 Yazar: Elle Kennedy     Çevirmen: Tuba Özkat      Yayınevi: Yabancı

 Sayfa Sayısı: 384      GoodReads Puanı: 4.05


Uzaktan Kumandalı Kız - Kitap Yorumu

 
"Bütün dünyayı programlamışlar!"

Alice B. Sheldon 1967 yılında James Tiptree Jr. adıyla bilimkurgu yazmaya başladığında kimse onun aslında bir kadın olduğunu bilmiyordu. Bu durum ortaya çıktığında ise insanlar ne şaşkınlıklarını gizleyebilmiş ne de yazarı takdir etmekten kendilerini alabilmişti. Ötekilikten cinsiyete, gerçeğin yanıltıcılığından insanın evrendeki yerine kadar pek çok konuyu eşsiz üslubuyla anlattığı onlarca eserinin en önemlilerinden biri olan Uzaktan Kumandalı Kız'da ise Tiptree yalnızca kendisinin yazabileceği, feminist, antikapitalist bir siberpunk hikâye ortaya koyuyor.

Kurumlarca yönetilen bir yakın gelecek. Reklamların yasaklandığı bir distopya. Bu durumla baş etmek için farklı yöntemler deneyen şirketler. Bu mücadele sonucunda ortaya çıkan ve tek görevleri alışveriş yaparken görüntülenip subliminal reklamların bir parçası olmak olan popüler kültür ikonları – yani geleceğin tanrıları.

Kendi halinde bir kız olan ve hastalığından dolayı fiziksel olarak fazlasıyla deforme hatta çirkin P. Burke hiç beklemediği bir anda hayatının fırsatıyla karşılaşır. Elinde artık bir tanrı olma fırsatı vardır, hem de insan elinin ürettiği en güzel canlılardan biri olarak, Delphi olarak.

Kilometrelerce öteden P. Burke'ün kumanda etmesiyle dünyayı sarsmaya başlayan Delphi şöhret basamaklarını hızla tırmanırken bu akıldan yoksun Kumandalı'nın arkasındaki Burke de yaşam amacını bulmuş gibidir. Ta ki bu sahte bedenini fazla benimseyip âşık olana dek.

İnsanı insan yapan bilinci midir? Ruh mu bedene hapistir yoksa beden mi ruha?

Uzaktan Kumandalı Kız, hayallerin yeniden bedenlenme süreci.

Açıkçası “70 sayfalık Uzaktan Kumandalı Kız adlı bir bilim-kurgu novellasından ne beklerim” diye düşününce, bu kitaptan fazlası gelmiyor aklıma. Benim için gayet yeterli ve aldığı ödülü de hak etmiş bir hikayeydi. Puanının bu kadar düşük olması beni biraz şaşırttı doğrusu. Okurlar olay bazlı bir hikâye beklentisine girip analiz/detay ağırlıklı bir kurgu okudukları için aradıklarını bulamayıp hayal kırıklığına uğramış olabilirler belki de diye düşündüm.


Kitabı zevkle okusam da, en az kitap kadar etkilendiğim kısım, kitabın önsözüydü. Ursula K. Le Guin tarafından yazılan önsöz, yazara dair bazı gerçeklere ışık tutmakla beraber yazarlar dünyasındaki kadın-erkek yazar üslubu stereotype’ına dikkat çekiyordu. Kendisine çok hak verdim ve gerçekten düşününce benim de benzer etiketlemeler yaptığımı fark ettim. “Kadın yazar kitabı”, “erkek yazar kitabı” denilince aklımda belli türler ve kriterler oluşuyor gerçekten ve bu önyargımızın önüne geçmek yazarlar için zor, özellikle kadın yazarlar için. Bu gözle okuyunca yazarımızı bu kitabında (ve kadın olduğunu açıklayınca toplumdan gelen tepkilere bakılırsa diğer eserlerinde de) bütün erkek-kadın yazar algılarına başarılı bir şekilde meydan okuduğu için takdir etmemek elimde değildi.

Kitabın anlatım tarzı son zamanlarda okuduklarımdan farklıydı ve hoşuma gitti. Anlatıcı doğrudan okura ‘zombi’ diye hitap ederek bir olayı anlatıyor: “Bakın şimdi size ne anlatacağım” benzeri şeyler deyip tanrı bakış açısıyla karakterin yaşadıklarını anlatırken arada sırada da hikayeye dahil olmaya devam ediyor.

Yazarın psikoloji eğitiminden aldığı bilgileri bir bilim kurgu kitabına yedirmesi hoşuma gitti. P.Burke’ün hisleri bana roleplay oyunlarındaki hislerimizi anımsattı. Gerçek kimliğimizin dışına çıkıp olmak istediğimiz veya hayran olduğumuz bir karaktere bürünebilme ve onun hayatını deneyimleyebilme şansı gerçekten fazlasıyla çekici oluyor bazen. P.Burke gerçekten de Delphi olarak cenneti yaşıyor, ta ki bir anarşistle birbirlerine aşık olana kadar...


Tiptree’nin -yoksa Sheldon mı demeliyim?-yarattığı gelecek oldukça ilgi çekiciydi. Reklam yasağı olayı da güzel bir detaydı, cyberpunk bir evrende anti-kapitalist bir düşünce tarzı olması ironik geldi bana ama muhtemelen bir daha denk gelemeyeceğim bir şey olduğu için bu dünyayı özümseyerek okudum. Kitapta sık sık üzerine bilim kurgu perdesi çekilmiş politik göndermeler okuyormuşum hissine kapıldım.

Yazar teknik detayları da o kadar ince düşünüp güzelce kurgulamış ki, aşina olduğum konular olmasına rağmen yazmamış olsa hiç sorgulamayacağım bazı detaylara yer vermiş olması (veri aktarımı, gecikme süresi...) benim için güzel bir sürpriz oldu. Ama ben anlamıyorum öyle şeylerden, okurken araştırmayı da pek sevmem diyorsanız, bu detayları atınca -zaten kitap bir novella (kısa hikâye) olduğu için- basit bir kurgudan fazlası kalmıyor geriye maalesef. Ama ben detaylarını da sıkılmadan okudum ve yazarın düşünce ve anlatım tarzı beni eğlendirdi, o yüzden oldukça sevdiğim bir kitap oldu 💘
Yazar: James Tiptree Jr.     Çevirmen: Begüm Kovulmaz     Yayınevi: İthaki

 Sayfa Sayısı: 70      GoodReads Puanı: 3.59

Paramparça Prens (The Royals #2) - Kitap Yorumu

Bu aşk benim sonum olacak

Reed Royal zengindi, yakışıklıydı, güçlüydü. Okuldaki her kız onunla olmaya can atıyor, her erkek onun yerine geçmek istiyordu. Ancak Reed ailesi dışında kimseyi önemsemezdi. Ta ki hayatına Ella Harper girene kadar.

Babasından ve onun yeni oyuncağından intikam almak isterken kendini bambaşka bir çıkmazda bulmuştu. Artık tek arzusu Ella’nın güvende ve yanında olmasıyken, yaptığı bir hatayla her şey elinden kayıp gitmişti. Herkes Royalların zehirli olduğunu söylüyordu ve belki de haklılardı.

Etrafı sırlar, düşmanlar ve ihanetle sarılmışken, Reed gerçek bir Royal olduğunu kanıtlamak ve ailesini korumak zorundaydı.
Öncelikle bence okuyan herkesin de bana katılacağını düşünerek söylemek istiyorum ki, bu kitap mod olarak ilkinden bir tık düşüktü. Bu kitapta olabileceğini düşündüğüm birçok çılgınca olayın hiçbiri olmadı ve bu da bana yazarların potansiyeli olan bir kitabı bayık bir romantiğe dönüştürerek harcadığını fark ettirdi. Açıkçası ilk kitapta en az ilgimi çeken şey romantizm kısmıydı zaten. Oradaki her yaşanana şok olma hissi, kitabı her an fırlatacakmışım gibi hissetmeme rağmen merakla okumam, bunlardı bu seriyi benim için ilginç yapan şeyler. Ama yazarlar bu kitapta resmen tüm bunları törpülemiş ve muhtemelen aldıkları eleştiriler ve duyarcılıklar sonucu, neredeyse klişe bir olay örgüsüne çevirmişler.

Spoiler içerir
İlk kitabın sonu Ella'nın gidişiyle bomba gibi bitmişti. Yazarların bu durumu daha güzel ve çarpıcı bir şekilde değerlendirmelerini isterdim. Ama resmen sırf ilk kitap heyecanlı bitsin ve herkes ikinciyi alsın diye yazılmış bir olaydı çünkü hiçbir şey olmadan Ella paşa paşa evine döndü, bir de üstüne haksız çıkarıldı. Reed'in tamamen suçsuz olması falan hiç ilk kitabın aksiyonuna yakışır şeyler değildi. Tabii ki 'aldatma'yı doğru bulmuyorum ama ben bu seride bol bol kaos olmasını beklerken yazarlar resmen 'aman bir daha toksik demesinler' diyerek fazlasıyla güvenli kıyılarda yüzmüşlerdi bu kitapta. 

Yine aksiyonu, eğlencesi vardı, özellikle ikinci yarı su gibi aktı ama aradığım verimi bulamadım yine de. Ayrıca Reed'in gözünden yazmalarını da beğenmedim. Ella'nın yerinde olup karşısındakinin sözleirnin doğruluğundan emin olamamak, gerçek niyetlerinin gizemli kalması çok daha heyecanlıydı. Yazarlar sırf Reed'in suçsuzluğunu kanıtlayıp mülayim göstermek amacıyla onun gözünden yazmışlar ve bu da benim bütün heyecanımı kaçırdı. Bir de ortada hiçbir şey olmamasına rağmen Ella'nın naz yapması Reed'in suçsuzluğunu kabullenmeyip yeni yeni kılıflar uydurması falan çok gereksizdi. Sanki yazarlar Reed suçsuz ama Ella da suçlu değil, o da kendine göre haklı diye bağırıyordu. Hiç gerek yoktu yani, biz bu karakterleri hatalarıyla sevmiştik zaten. Bu kitap fazla  'okular ne düşünür' kaygısıyla yazılmış gibi hissettirdi bana.
Spoiler bitti

Bu kitabın kralı tartışmasız Easton'dı. Gerçekten kitapta ne zaman ortaya çıksa bir modum yükseldi, daha da bir severek okudum. Kendisi bazen gereksiz duygusal olsa da tartışmasız favori karakterim. Bu kitapta Callum da zekasıyla saygımı bir tık kazandı diyebilirim. Ayrıca kitap yine çok heyecanlı bitti ve sıradaki kitabı çıkar çıkmaz almak istiyorum yine. Bu serinin taktiği de buymuş, çözmüş olduk.
The Royals serisi yorumlarım:

3. Çarpık Saray
3,5. Tarnished Crown
4. Fallen Heir
5. Cracked Kingdom

Yazar: Erin Watt (Elle Kennedy & Jen Frederick)  Çevirmen: Aydan Yalçın   Yayınevi: Yabancı

 Sayfa Sayısı: 320      GoodReads Puanı: 4.04



18 Mayıs 2021 Salı

Hesaplaşma (Off-Campus #3) - Kitap Yorumu

Bu kızı kazanmak için birkaç gösterişli hareketten fazlası gerekiyordu…

Allie Hayes’in hayatı tam bir karmaşaydı. Mezuniyeti yaklaşmıştı ve hâlâ ne yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Bu da yetmiyormuş gibi bir de uzun süredir devam eden ilişkisi bitmiş ve kalbi kırılmıştı. Sorunlarının çözümü elbette ki çılgınca sevişmek değildi ancak yakışıklı hokey oyuncusu Dean Di Laurentis’e karşı koymak imkânsızdı. Tabii ki bu bir defaya mahsus bir şeydi çünkü her ne kadar geleceğinde belirsizlikler olsa da Allie, tek gecelik ilişkiler kralının geleceğinin bir parçası olmadığına emindi.

Dean gol atmakta başarılıydı; hem buz pistinde hem de pist dışında. Her zaman istediğini elde ederdi. Kızlar, iyi notlar, itibar, kızlar… Pek tabii kızların peşinde koştuğu bir adamdı ve kendisine karşı koyabilen bir kadınla henüz tanışmamıştı. Ta ki Allie’ye kadar. Bu ateşli sarışın bir geceliğine dünyasını sarsmıştı ve şimdi arkadaş olmak mı istiyordu? Asla. Dean bitti diyene kadar bitmeyecekti. Kızı ikna etmek için kolları sıvamıştı ancak altüst edecek olaylar yaşandığında belki de odaklandığı şeyin aradığı şey olmadığını düşünmeye başlayacaktı.

Herkese merhaba! Geldik Off-Campus serimizin 3. kitabı Hesaplaşma'ya. Öncelikle Instagram'dan beni takip eden herkesten bu kitabı okurken yaptığım hesaplaşma zamanı geldi esprileri için özür dilerim, elimde değil 🤣 Kitapların adı çok dandik geliyor bana, neden orijinal adı olarak bırakmadılar bilmiyorum. Her neyse, davul seslerini alalım çünkü serideki en çok sevdiğim kitaplardan birine geldik! Şımarık, utanmaz prensimiz Dean ve serideki favorim, Hannah'nın en yakın arkadaşı, canım kızım Allie. Bu kitapta gerçekten de hem kız hem erkek karakterlerimizi çok sevdim, özellikle Allie gerçek hayatta çözümleyemediğim bazı hislerime tercüman olduğu için onu ayrı bir sevdim. Dean'i ise bütün klasik muhteşemlikleri bir yana, kusursuz olmadığı ve bana gerçekçi hissettirdiği için sevdim. İkilinin uyumları ise her yönden muhteşemdi, bana gerçek hayata en yakın çift onlarmış gibi geldi.


Bu kitapta, tam her şey güllük gülistanlıkken gerçekten gönüllerimize kor gibi düşen bir olay yaşandı ve her şeyi tepetaklak etti. Bunun bir kitap, hem de çerezlik diye nitelendirdiğim bir kitap olduğunu bilmeme rağmen gerçekten etkilendim. Hata yorumumda bahsettiğim geçiş fazını tetikleyen olay da bu oldu bu kitapta. Bu sefer kız karakterimiz Allie de gerçekten savaştı ve bunu görmek çok hoşuma gitti. Ama her şeyin, herkesin bir sınırı vardır tabii. Yine de Allie boş naz yapıp işi Dikmen yokuşlarına sürmediği için rahatladım. Dean'in el bebek gül bebek büyümesi sebebiyle duygusal açıdan güçsüz olma durumunu doğal karşıladım ve hayatındaki sorunları aşıp olgunlaşmasını izlemek benim için çok tatmin edici ve mutluluk vericiydi.

Dean ve Allie çok dinamik bir çiftlerdi ve bu kitap diğerlerine kıyasla bayağı bir cinsellik odaklıydı. Yine de bu durum benim için ikilinin arasındaki romantik hislerin önüne geçmedi, eğlenceli ve komik olayların bol olmasının yanı sıra, karakterleri de sevdiğim için kitapta herhangi bir eksiklik hissetmedim. Gerçekten düşündükçe heyecanlandığım bir kitap oldu ve Anlaşma gibi bu kitabı da çerezlik ihtiyacım olursa tekrar okuyabilirim. Eline sağlık sevgili yazarım, yine döktürmüşsün 💕


Kitabın sonunda ise öyle bir cümle vardı ki, resmen kafamıza geldi. Böyle bir bomba ile kitabı bitirmek kesinlikle haksızlık diye isyan ettim istemsizce. Her yönüyle çok sevdiğim bu kitap, Off-Campus'teki -ilkine çok yakın- ikinci en sevdiğim kitap oldu. 🥰

Off-Campus Serisi Yorumlarım:
2. Hata
4. Hedef

Yazar: Elle Kennedy     Çevirmen: Tuba Özkat      Yayınevi: Yabancı

 Sayfa Sayısı: 400      GoodReads Puanı: 4.26

 

Hata (Off-Campus #2) - Kitap Yorumu

O birden fazla alanda tam bir oyuncuydu…
Ama bu defa onu bekleyen, çok sıkı bir oyundu…

 John Logan istediği her kızı tavlayabilirdi. Bu hokey yıldızı için hayat, partiler ve tek gecelik ilişkilerden ibaret gibiydi ama baştan çıkarıcı gülüşünün ve rahat tavırlarının ardında mezuniyet sonrası hayatı ile ilgili giderek artan bir umutsuzluk yatıyordu. Birinci sınıf öğrencisi Grace Ivers ile yaşadıkları seksi bir karşılaşma, Logan'ın tam da aradığı şeydi fakat düşüncesizce yapılan bir hata Grace'i ondan uzaklaştırdığında, Logan'ın tek bir amacı kalmıştı; ikinci bir şansı hak ettiğine Grace'i inandırmak. Pek de gösterişli denemeyecek ilk senenin ardından Grace, Briar Üniversitesi'ne daha olgun, daha akıllı ve kendisini küçük düşüren kibirli hokey oyuncusunu kesinlikle unutmuş olarak geri dönmüştü. O artık, ilk buluştuklarındaki naif kız değildi ve kimsenin acımasına ihtiyacı yoktu. Eğer Logan onun hokey oyuncularına hayran diğer kızlar gibi sırtüstü yatıp ona yalvaracağını sanıyorduysa, çok yanılıyordu. Logan onu geri mi istiyordu? O zaman bunun için uğraşması gerekecekti. Bu defa ipler Grace'in elindeydi... ve Grace onu çıldırtmaya kararlıydı.
Merhabalaar! Fazlasıyla ertelenmiş Off-Campus serisi yorumlarıma devam ediyorum. Anlaşma'dan sonra bir gazla Hata'ya başladım ve bu kitabı da çok sevdim! Ama kitaptaki romantizmi Anlaşma kadar sevemedim maalesef. Logan'ı çok sevsem de Grace'in boşboğazlığı ve saçmalamaları bana utanç verici geldi. Biraz özgüvensiz olması ve başkalarının gölgesinde yaşaması, bu derece silik bir karakter olarak kitabın başrolü olmasından çok hoşlanmadım. Aşk, aşktır tabii ki ama Grace her kendisiyle ilgilenen erkeğe düşebilecek gibiyken Logan'ın Grace'te tam olarak ne bulduğunu pek iyi açıklayamamış yazar. Ayrıca Logan sevdiğim bir karakter olsa da Grace ile tanışma sahneleri, gerçekten bayağı bir soğuttu beni. Sonra yine içine aldı tabii kitap, akıcıydı ve eğlenceliydi ama bir şeyler eksikti işte.

Bu arada yorumumda kitabın içeriğinden bahsediyor olabilirim, o yüzden bu konuda hassasiyetiniz varsa devamını okumayın derim 💘

Bir de her kitapta bir 'ayrılık dönemi' tarzı bir mutlu son öncesi geçiş fazı koymayı aklına koymuş belli ki yazar. Ben bu kitaptaki geçiş fazını çok sevmedim. Grace abarttı sanki durumu, sonrasında da çok fazla naz yaptı, beni bayağı bir yordu yani. Çocuk aklında biri varken seninle ilgilendi diye suçlu mu yani? Kocaman bir insan olarak çocuğun ilk görüşte kendisine aşık olup aklından her şeyin silinmesini beklemesi biraz abartıydı. Hannah'yı unut öyle gel de o zaman yani sanki Logan ömrünün sonuna kadar Hannah ile Garrett'ı izleyecek âşık âşık. Yordu yani.


Şunu söylemeliyim ki bir romantik kitapta okuduğum karakterleri başka bir kitapta yan karakter olarak görmekten hoşlanmıyorum. Normalde onları ne kadar seviyor olsam da başka bir kitapta, başkasının gözünden görünce soğuyorum. Hannah'yı hiç sevemedim bu kitapta. Logan'ın ona olan ilgisi garipti ama Hannah'nın dünyanın en zekice keşfini yapmış gibi aslında ilgisinin ona değil de bir ilişki bulmaya yönelik olduğunu söylemesi, herkesin de 'aa gerçekten de öyle vay be' diye kabullenmesi biraz zırvalıktı doğrusu. 

Ayrıca Logan'ın babasını yıllardır bir rezalet olup tam da olması gerektiği zamanda çat diye düzelip adam olması neydi öyle ya? Tamam romantik kitaplarda çok mantık aramıyoruz da, kurgunun temellerine biraz özen gösterilmesini beklerim yine de. Mucize okumak istesem kutsal kitapları irdelerim zaten. Bu kitapta böyle bir eksik bulduğum için çook kararsız kalarak 1 puan kırdım. Pişman değilim ama bu kitabı da çok seviyorum, bunu da tekrar söylemeden geçmeyim. Öyle ki, bu biter bitmez üçüncü kitaba atladım direkt 😋

Peki siz bu seriyi okudunuz mu, en sevdiğiniz kitabı hangisi oldu? 💖

Off-Campus Serisi Yorumlarım:
2. Hata
3. Hesaplaşma
4. Hedef
Yazar: Elle Kennedy     Çevirmen: Tuba Özkat      Yayınevi: Yabancı

 Sayfa Sayısı: 376      GoodReads Puanı: 4.11