Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan José Mauro de Vasconcelos'un başyapıtı Şeker Portakalı, "günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü"dür.
Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos'un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze'nin başından geçenleri anlatır. Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı "yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını" söyler.
Herkese merhaba! Şirin mi şirin, bir o kadar da nostaljik bir kitapla karşınızdayım bugün. Birçoğumuzun çocukluğunda okuduğu Şeker Portakalı'nı okumak nedense bana bugüne kadar kısmet olmamıştı. Halbuki ne çok şey kaçırmışım! Bu kadar etkileyici bir roman, nasıl 12 günde yazılmış?
Bu kitabı bir çocuk değil de bir genç-yetişkin olarak okumamın da bazı avantajları olduğunu düşünüyorum. Okurken fark ettim, ne çabuk unutmuşuz çocukluğumuzu, hareketlerimiz arkasında yatan kendimizce sebepleri ve hayallerimizi... Büyüdükçe biriktirdiğimiz şeyler, geçmişe dair yanımızda taşıdıklarımız hep hayal kırıklıklarımız ve hüzünlerimiz olmuş. Sanırım bu roman da zaten bu gerçeği yüzümüze vurduğu için bu kadar etkileyiciydi.
Fakat bu kitabın etkileyici olduğu kadar da karamsar olduğunu düşünüyorum. Yazarın çocukluğunun çok zor koşullar altında geçmiş olduğunu anlayabiliyorum. Fakat bu kitabın üstüne kurulu olduğu düşünceler genel olarak "Her güzel şeyin bir sonu vardır", "Hayaller ve umut yalnızca daha çok üzüntüye sebep olur" etkisi bıraktı bende ve bunu küçük bir çocuğun okuduğunu düşününce kendimi kötü hissediyorum. Şeker Portakalı, harika bir romandı, çıkarmamız gereken çok fazla ders içeriyordu ve bana kalırsa bunlardan biri de çocuklarımızı bu tarz kitaplardan uzak tutmak ve geleceğe dair umutlarını korumaları için elimizden geldiğince teşvik etmek olmalı. Çünkü bu kitap, bir çocuğun hayallerinin ve geleceğe dair umutlarının paramparça oluşuydu ve hepimizi etkileyen şey de buydu zaten. Öyleyse çocukları erken büyütmek için değil, gerçek ve saf gülümsemelerini olabildiğince uzun süre yüzlerinde tutabilmek için çaba sarf etmeliyiz.
Yani şu an gerçekten düşündükçe kalbim paramparça oluyor, o yüzden ne yazsam çok emin değilim. Kitabın dili ve akıcılığı gayet güzeldi, 7'den 70'e herkesin okuyabileceği tarzda bir kitaptı, bunlardan bahsetmeye gerek bile duymuyorum zaten. Ben hayal kırıklıklarını asla kaldıramayan ve bunun altında çok ezilen bir insanım ve bu durum başka birisinin, özellikle hayat dolu küçük tatlı bir çocuğun, başına geldiğinde de çok farklı olmuyor. Kurgu ya da gerçek, ben etkilendim bu hikayeden. Bu aralar öğrendiğim en önemli şeylerden biri de 'çocuk kitabı' deyip geçmemek gerektiği sanırım, çünkü görünen o ki çocuklara yönelik kitaplar beni daha çok etkiliyor! :D
Lafı daha fazla uzatmak istemiyorum, yoksa başa dönüp dönüp aynı şeyleri söylemeye başlayacağım... Hayaller ve kalp kırıklıkları, hepsi de hayatın bize getirileri ve bunlardan kaçış yok. En iyisi kabullenmeyi ve başa çıkmayı öğrenmek sanırım... Yine de büyümek ve olgunlaşmak zorunda kalmamız çok acı. Her neyse, dünyaca zor zamanlardan geçiyoruz, umarım moraller düşmemiştir, hepinizi seviyorum, sağlıcakla kalın!
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder