Lonca Avcısı serisinin bu ikinci kitabında, okurun güzelliğin ve kana susamışlığın hüküm sürdüğü ve meleklerin her şeyin hâkimi olduğu bu dünyadaki yolculuğu devam ediyor.
Vampir avcısı Elena Deveraux, bir yıllık komadan uyandığında değişmişti. Artık, kanatları gece yarısı ve şafak renklerinde olan bir melekti. Ama Elena'nın vücudu hâlâ kırılgandı ve uçabilmek için iyileşmesi gerekiyordu. Son derece çekici bir şekilde tehlikeli sevgilisi Başmelek Raphael ise geçmişten bugüne hep "benim" dediklerine karşı korumacı ve kontrolcü olmuştu. Ne var ki, Elena söz konusu olduğunda otoritesi hiçbir işe yaramıyordu…
Birbirlerini henüz anlamaya başlamışlarken Raphael, bir diğer başmelek olan Lijuan'dan bir balo davetiyesi almıştı. Bu daveti reddetmenin ölümcül sonuçları olabilirdi; bu yüzden Raphael, balonun olacağı ve onları korkunç bir kâbusun beklediği Pekin'e gitmeden önce Elena'nın uçmasını sağlamalıydı. Çünkü kadim ve merhametsiz Lijuan, ölülerin gücünü taşıyordu ve özellikle Elena için korkunç planları vardı…
Diğer Lonca Avcısı Serisi yorumlarım:
Diğer Lonca Avcısı Serisi yorumlarım:
2. Başmeleğin Öpücüğü (şu anda bu yorumdasınız)
Herkese yeniden merhaba! Blogumda yaşadığım bir sıkıntıdan dolayı blogdaki tüm resimler silindi ve şimdi hepsini teker teker koymaya uğraşıyorum, bu nedenle bu yorum biraz gecikti, bunun için üzgünüm... Ama güzel tarafından bakarsak ... ah, güzel bir tarafı yokmuş. Her neyse, sonuç olarak bugün Meleklerin Kanı'nın devam kitabı olan Başmeleğin Öpücüğü ile karşınızdayım!
Meleklerin Kanı'nı okumamın üzerinden 1.5 yıl gibi bir zaman geçmiş olmasında rağmen kitaba dair hatırladığım bir şey vardı: Çevirisi çok kötüydü. Sık sık anlaşılmaz veya doğru olmayan cümleler geçiyordu kitapta. Bu kitaba başlarken çeviriyi daha özenli görmek için resmen dua ettim, gelin görün ki boşunaymış. Bir kez daha ve maalesef, bu yorumumda da çeviriden yakınacağım. Ama çok uzatmaya gerek yok çünkü aynı Meleklerin Kanı yorumumda da bahsettiğim gibi, bazen yanlış bazen ise kelime kelime çevrilmiş ve sonuçta anlamsız bir cümle ortaya çıkmış gibiydi. "Kafama deniz indi." diyor Elena bir yerde ya da b u tarz bir şeyler. Kafama deniz indi... Cidden mi? Söylenecek çok şey var ama susuyorum, umarım sitemim anlaşılmıştır.
Kitabın içeriğine gelecek olursak öncelikle söylemeliyim ki ciddi miktarda eleştirim var ve muhtemelen bunlardan bahsederken içinde kaybolacağımdan bunu şimdiden söyleyeyim çünkü yanlış anlaşılmak istemem: Kitabı okurken gerçekten eğlendim ve beğenerek, zevk alarak okudum. Beklediğim akıcılık, sürükleyicilik bu kitapta da vardı ama bazı durumlar, beklentilerimi karşılayamamaktan çok artık canımı sıkmaya başladı diyebilirim.
(Uyarı: Fazlaca eleştiri ve yakınma içerir, bir sonraki paragrafa geçebilirsiniz.)
Mesela her kitapta bir büyük olay olma klişesi ve okuru en çok son kısımların etkilediği düşünülerek bu olayın hep kitabın sonunda olması. BIKTIM! Kitabın başında Rafael geliyor baloya gideceğiz çok önemli diyor, kitabın sonuna kadar bekliyoruz gitsinler diye ve biliyoruz ki asıl olaylar orada olacak, öncesindekiler sadece orada olacak olay için yol yapma evresi. Kitabı sonu için okuyoruz yani. Benim polisiye romanları çok okumama sebebim bu zaten, kitabın sonu için sonda çıkacak büyük sürpriz için yazarın yol yapmasını izliyoruz. Fakat zaten o gizemli polisiyenin olayı bu. Niye şimdi yazarlar bunu klişeleştirip her romanına uyguluyor? Kitabın içine birden fazla büyük olay koyarsanız paranızdan çok bir şey eksilmez, merak etmeyin. Kitabın etkileyiciliği artar daha çok satılır, bir şekilde onu iki kitaba bölmek ile aynı miktarda kazanabilirsiniz. Düşünsenize, Taht Oyunları'nda her kitapta 1 olay oluyormuş sadece. Çok komik değil mi? İşte bu kitaplar da bana artık aynen bu şekilde komik gelmeye başladı. Boş kalmasın diye aralarda olaylar falan yazıyor ama kitabın tüm esprisi aslında sonu. Fakat şöyle bir sıkıntı var ki kitabın kapağını kapattığımda "Ah, ne heyecanlı kitaptı!" diyemedim, "Bu kadar mı? Ne oldu şimdi?" diye sordum sadece, yöntem tutmadı yani.
Gerçekten koskoca bir kitap okudum ama dönüp bakınca bomboş görüyorum, olmasını beklemediğimiz bir şey olmadı, gayet okurun öngörebileceği şekilde ilerliyor seri. İlk kitabı farklıydı, heyecanlıydı ve beklenmedikti, şimdi daha çok takdir ediyorum o yönünü. Çünkü bu kitapta basitlikten fazlasını göremedim. Kitabı sonunda yazacağı -kendince- büyük bir olay için hazırlamaktansa birden çok farklı olay katıp daha içi dolu, elle tutulur hale getirebilirmiş yazar. Fakat günümüzdeki sıkıntı işte, yalnızca bu yazar için söylemiyorum, serinin çok kitabı olsun diye akıllarına gelen her olayı yeni kitap yapıyorlar bir kitabın içerisinde harmanlamak yerine. Seri çok uzun olunca daha güzel oluyormuş gibi yanlış bir algı var ve bu koskoca paragraftan anlayabileceğiniz üzere bu durum beni hayal kırıklığına uğratıyor. Bazı şeyler tadında bırakılmalı, bunun içinde önce okura bir tat verilmeli.
Tamam tamam, artık kitabın içeriğine geçiyorum. Bu serideki karakterler çok hoşuma gidiyor. Hepsinin farklı oluşu ve oldukça orjinal olmaları, değişik bir okuma hazzı veriyor insana. Mesela Zehir'in gözleri veya beni en çok şaşırtan kişi, Aodhan'ın fiziksel özellikleri... Gerçekten yazar hepsini özene bezene tasarlamış, Naasir'in chimera oluşu bunun en güzel örneklerinden olsa gerek. Gerçi yazarın tüm karakterleri böyle kusursuzca betimlemesi biraz sıkmadı değil beni ama alıştık artık bu tarz kitapların harem tarzı anime gibi olmasına...
Bu kitapta en çok etkilendiğim tasvir Elena'nın kanatlarına ait aslında. Gerçekten, hayali bile muhteşem. Belki de tüm kitabı o kanatlar için okumuş bile olabilirim. Ne var ki Raphael bu kitapta çok sönüktü, kendi 7'leri bile Raphael'den daha çok geçiyordu. O yüzden bu kitapta Raphael hakkında pek bir yorum yapmak gelmiyor içimden.
Ah... Aklıma gelmişken beni çıldırtan bir durum vardı kitapta: Elena'nın güç bende beni özgür bırakın takıntısı. Allah'ım sana geliyorum ya, anladık kızım sen avcısın sen yaparsın da, şu durumda güçsüzsün işte bir kabullen. Senin ben kendime yeterim yardım istemem tavrın yüzünden çevrende kaç kişi yaralanıyor ölüyor farkında değil misin? Bir de kendisi de yaralanıyor, milleti zor durumda bırakıyor, çıldırttı beni kitap boyunca. Ama kitapta da inanılmaz tutarsız bir durum vardı. Elena çok zayıf çok güçsüz güya ama üstesinden gelmediiği başmelek kalmadı, yazar öyle bir yazmış ki maşallah kız en güçsüz halinde bile Raphael'den güçlü heralde. Oldu olacak bir de Lijuan'ı öldürseydi, tam olurdu. Hiç de şaşırmazdım açıkçası. Urban-fantasy'nin bu klişesi de beni yormaya başladı artık. Ne var ki bu tarzı çok seviyorum, bu yüzden bütün klişelere rağmen okumayı bırakacağımı sanmam.
Yazar: Nalini Singh Çeviri: Bige Turan Zourbakis Yayınevi: Yabancı Sayfa Sayısı: 384
Liste Fiyatı: 25 TL GoodReads Puanı: 4,24
Meleklerin Kanı hala kitaplığımda bekliyor, yorumundan sonra elim hiç gitmeyecek sanırım. Beni çeviri hataları çok etkiliyor ve elimden okuma zevkimi alıyor... Keşke dikkat edilse. Ellerine sağlık bu arada :D
YanıtlaSilAhh çok haklısın... Ama bu kadar güzel bir seriyi çeviri hataları yüzünden kaçırman da içimi acıtır. Bu seride çeviri hataları insanın sinirini bozsa da kitap çok akıcı olduğu için o kadar da etkilemiyor diyebilirim. Yine de bir şans vermeyi düşünebilirsin yani ;)
SilMeleklerin Kanı nı yabancı yayınları basmadan önce başka bir yayın evinden okumuştum. Sevip, sevmediğimi pek hatırlamıyorum ama olaylar bölük pörçük aklımda. Olurda vakit bulabilirsem, bu sene seriyi okuyup tamamlamak istiyorum. Yoğun kurguya sahip kitapların ardından dinlenmek için okurum belki.
YanıtlaSilGüzel fikir, gerçekten de çerez niyetine okunabilecek eğlenceli bir seri. İlk kitabının Artemis Yayınları versiyonu var, muhtemelen elindeki de odur. Tekrar okumayı düşünürsen Yabancı yayınları yerine onu okumanı tavsiye ederim, belki çevirisi daha iyidir :)) Zaten serinin devamı sadece Yabancı'da olduğu için yeterince acı çekeceksin... :D
Sil