Merhaba arkadaşlar! Karşınızda bu yaz aldığım, ne zamandır okumayı ertelediğim Eleanor & Park. Bu kitap.. beni mahvetti. Beni binbir parçaya böldü ve parçalarımı tekrar bir araya getirmek uzun sürdüğü için yorumum gecikti. Gerçekten o kadar dağılmıştım ki bırakın yorum yazmayı kitabın adını görünce bile hemen gözlerim doluyordu. Rainbow Rowell, bambaşka bir yazar.. Bilemiyorum, bunu söylemek ne kadar doğru olur hâlâ kitabın etkisindeyken fakat sanırım hayatımda okuduğum en güzel romantik kitaptı Eleanor & Park. Bu kitaptan nefret ettim, o kadar nefret ettim ki sanırım bu sonunda aşka dönüştü. Bu kitabı bu kadar sevmek.. beni mahvetti resmen.
Öyle yerlerde ağladım ki, görseniz ağzınız açık kalırdı. Bu yazarın sizi ağlatmak karakterleri öldürmesine, hasta etmesine, başlarına kötü şeyler gelmesine gerek yok. Bu yazar resmen kalbime dokundu, içimdeki bir şeyleri harekete geçirdi. Ve ben bunu neredeyse somut olarak hissettim. Çünkü bu kitap size, her şeyi, gerçek anlamda her duyguyu yaşatıyor. Sonuna kadar.
Bu kadar abartılan, sevilen, ödüller alan kitap neymiş bir de ben göreyim diye başladım kitaba. Artık romantik kitaplardan fazla zevk almadığım için bu kadar etkileneceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Ama ilk sayfasından anlamam gerekirdi beni etkileyeceğini.
Kitabı okuma sürecimde neredeyse gözümü bile kırpmadım, ifadesiz, tepkisiz, duygusuz bir şekilde dümdüz okumaya uğraştım. Vasat diye düşündüm. Bir yerden sonra kitabı benimseyince duygularım yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı. Kitabın son yarısına doğru, sanırsam. Sessizce kıkırdadım, birkaç damla gözyaşı döktüm bazen, bazen o kadar şaşırdım ki ayağa kalkıp ne oluyor falan diye zıplamaya başladım. Sadece o şokun getirdiği enerjiyi atmak için, yoksa deli falan değilim yani. Kitabın sonuna yaklaştığımı fark edince şok oldum. Çünkü sanki hiçbir şey olmamış, kitaba daha yeni başlamış gibi hissediyordum. Koca kitapta sadece bir tane önemli olay oldu ve o olaydan sonra ben kendimi kaybettim. Kitabı bitirince anladım çoğu kişinin neden ya 5 ya da 1 verdiğini. O kadar çok ağladım ki gecenin bir yarısı, ertesi gün uyandığımda tam bir kaplumbağa gibiydim. Gözler açısından yani.
İlk defa verdiğim yıldızları (pardon, ben kalp veriyordum. :P) bu kadar anlamlı kılan bir kitap okudum sanırım. Aldığı her puanı, tabiri caizse, sapına kadar hak ediyor Eleanor & Park. Aslında, büyük ihtimalle beklediğiniz gibi çıkmayacak ilk başladığınızda, dağınık kızıl saçlı, şişman sayılabilecek, iri, herkesin alay konusu bir kız, Eleanor. Yarı-Koreli, hafifçekik gözleri, buğday rengi teniyle, sessiz ve sakin, asyalı oğlan, Park. Eleanor'un berbat kelimesinin yetersiz kalacağı, yarı parçalanmış-yarı toparlanmış, para sıkıntısı olan bir ailesi var. Park'ın ailesi ise kusursuz. Sevgi dolu, zengin, mutlu. Kader -diğer adıyla Rainbow Rowell- bu iki, farklı dünyalara ait insanı bir araya getiriyor, ve onlara çok farklı bir yön çiziyor.
Bu arada, bahsetmeden geçemeyeceğim. Rainbow ismi ne kadar güzel :3 Türkçe'de de olsa diyeceğim ama Gökkuşağı pek olmuyor sanki. Tamam tamam, gökkuşağı çok saçma oldu. Ama Rainbow gerçekten hem anlam olarak harika hem de kulağa çok hoş geliyor. Rainbow diye tanıdığım olsa sırf adını söylemek için durmadan seslenirdim heralde. Ayrıca yazarın adı, soyadıyla da uyumlu: Rainbow Rowell. Bayıldım ben bu isime ♥
Spoiler
Spoiler
Kitapta beni etkileyen kısımlardan biri de Park'ın Eleanor'dan utandığı, daha doğrusu onunla görülmekten, insanların söyleyeceklerinden çekindiğini Eleanor'a fark ettirmesiydi. Normalde okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmlerde böyle olmaz. Oğlan alır kızı yanına kimseye laf ettirmez, başkalarının dediği hiç de umrunda olmaz. Ama gerçek hayatta ne kadarı böyle ki? Kitabın bu kısmını okurken yazarın gerçekleri yazarken okurunu kaybetmekten korkmadığını fark ettim. Okurların beğenisini toplama endişesi yok, sadece yazmak istediğini olduğu gibi kağıda geçirmiş. Ne kadar canımı yaksa da, kitabı beğenmemde büyük rol oynadı bu durum. Yani Park'la ilgili olan yer değil sadece. Gerçeklerin bu kadar keskin, aynı zamanda sindirebilmeniz için yumuşak bir şekilde anlatılması oldu beni cezbeden.
Eleanor hiçbir zaman kendini değiştirmeye güzelleştirmeye çalışmadı mesela. Ben bunu garipsedim, ama Eleanor'un duygu ve düşünce yapısı o kadar farklı ki. Değişmek istemiyor, daha güzel olmak ise umrunda değil. Çünkü bunların hepsini yanılsama olarak görüyor. O, aslında olduğu kişi. Ve içi de dışı da kendisi. Ne bir makyaj ne de farklı kıyafetlerle bunu kapatmak istemiyor, çünkü o, tam anlamıyla olduğu kişi.
Bence Park'taki bir takım değişikliklerin de nedeni bu. Eleanor'un kim ne derse desin kendisi gibi görünmekten çekinmediğini gördükçe, Park da bu yöne kayıyor. Eyeliner sürmesi en başta mesela. Eyeliner'lı halinin kenidisini en iyi tanımlayan görüntüsü olduğuna inanıyor. En başta, babasından çok büyük tepki alıyor, ama umursamamaya çalışıyor çünkü aynada kendisine bakan kişi, asıl ruh dünyasını yansıtıyor.
Park kendine olan özgüvenini artırdıkça, çevresindekiler de ona saygı duymaya başlıyor. Belki de her zaman saygı duyuyorlardı ama Park bunu hiç denemediği için fark etmedi. Eyeliner konusunda çoğu kişiden iltifat veya olumlu sözler duydu mesela, ama bence en önemlisi, Steve ile giriştiği kavgadan sonra Steve'in, 'Eleanor'a kötü davranmayı bırakması için sadece aralarındaki ilişkinin ciddi olduğunu söylemesinin yeterli olacağı'nı söylemesiydi. Yani Park aslında düşündüğünden çok daha fazla şeyi kontrol edebilecek birisi. Sadece Asyalı olmasının getirdiği özgüven problemleri, onu çevresindekileri fazla umursamayıp sessiz sakince hayatını yaşamaya itiyor. -du, yani Eleanor'a kadar. Park hakkındaki her şey, Eleanor'a kadar.
Eleanor'un veya Park'ın ailesi hakkında söyleyecek bir şey bulamıyorum. Ben, Maisie, Mouse, Little Richie, Josh, Park'ın babası-annesi, doğru düzgün bilgi sahibi olmadığımız karakterler. Tabii ki kitapta bir sürü yerde geçiyor ama ben üstünde konuşulmaya değecek bir şey bulamadım. Onların dışında Eleanor'un annesinden nefret ettim. Empati, empati, empati, bla bla bla. Kaç çocuğu olduğu umrumda değil. Bir kadın hiçbir erkeğe karşı bu kadar güçsüz olmamalı. Gözlerinin önünde çocuklarının hayatının mahvolması karşısında kafasını toprağa gömmemeli. En kötüsü de neredeyse her şeyin farkında, ama hiçbir şey yapmıyor. Kendisi için olmasa bile çocukları için bir şeyler yapmalıydı. Çok kesinim bu konuda.
Eleanor'un babası ise ayrı bir aptal. Nefret ediyorum böyle insanlardan. Üzerinde konuşmaya bile değmez bence. Gelelim Richie'ye. Dünya üzerindeki en iğrenç, en nefret edilesi karaktere. Bunun hakkında ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Adamdan o kadar iğreniyorum ki. Bence ölmeliydi. Net. Aslında bu karakterle alakalı söylenecek daha çok şey var ama yazmaya elim varmıyor.
Steve, Tina, Cal, Kim vs. okuldan arkadaşlar, bayağı bir geri planda kaldı aslında. Veya DeNice ve Beebie (Tam hatırlamıyorum isimleri, yanlış yazma ihtimalim de var) beklediğimden çok daha geri plandaydı. Bir de Elenaor istese, okulda DeNice ve Beebie ile çok daha fazla yakınlaşabilirdi ama çoğu zaman yalnızları oynadı. Bunun nedenini pek anlayamadım ben.
Ayrıca Eleanor ve Park'ın müzik seçimleri, çizgi roman okumaları, kısaca birbirlerini yavaş yavaş tanırken paylaştıkları bu anlara bayıldım. Bahsetmeden geçmek istemem, şu an pek önemli görünmese de kitabın başlarında, birbirlerini sevmelerinde, büyük rol oynayan etkenlerdendi.
Şu an resmen kitabın sonundan bahsetmemek için çırpınıyorum. Konu oraya gelmesin diye elli tane ıvır zıvır paragraf yazdım. Ama gerçeklerden kaçış yok işte. Aslında, her nasılda o gün, Park'ın annesi onlara pat diye izin verdiğinde, sanki... birlikte son günleri olacağını biliyormuş gibiydi. Tabii ki böyle bir şey olmadığının farkındayım ama her şey, o kadar garipti ki.. Bu olay olduğunda fark ettik ki, birlikte yaşadıkları en güzel gün, birbirlerine veda ettiği gün oldu. Bütün o öpücükler veda öpücüğü ve bütün o 'görüşürüz'ler bir elvedaydı. Düşündükçe üzüyor beni hâlâ.
Eleanor eve gidince yatağına, eşyalarına, odasına neler olduğunu tam olarak anlayamadım. Yani karıştırılmış, dağıtılmış olmasının dışında, tek anladığım o iğrenç yazıları yazanın Richie olduğuydu. O eşyalar arasında ne buldular da bu kadar mesele oldu o kısmı kavrayamadım. Yani Park ile olanları öğrenmediler heralde, ama başka ne olabilirdi aklıma gelmedi bir türlü. Neyse, önemli olan Eleanor kaçtı. O günle ilgili hoşlandığım birinci olay Tina ve Steve'in Eleanor'a kendi tarzlarında, veya her neyse, yardım etmeleriydi.
Sonra Park geldi, durumu öğrendi. Evine gitti ve hoşuma giden ikinci olay; Park'ın babasının Park'a izin vermesi. Anlayamadığım olay, neden meseleye karışmadıkları. Yani bir büyük olarak ne biliyim, konu hakkında hiçbir şey yapmıyorsa bile onları gidecekleri yere kendisi bırakamaz mıydı? Bilemiyorum..
Ve bunun dışında her şey berbattı. Yani ben aslında o kadar gözyaşını resmen Park için döktüm. Çünkü Eleanor.. bilemiyorum, kitap boyunca Eleanor'u anlamak için çok uğraştım, gerçekten. Ama Park'ın kendisini bırakmasından bu kadar korkarken, kendisinin Park'ı resmen terk etmesi olacak iş değildi bence. Yani tamam, gitmesi gerekiyordu, duyguları alt üst olmuştu, bunların farkındayım. Ama Park ile olan son anlarını böyle geçirmesi, beni mahvetti. Ve Park ile olan 'son anları' olduğunu fark edince daha kötü oldum.
Çünkü Eleanor sebebini anlayamadığım bir şekilde, ne Park'ı görmeye geldi, ne aradı, ne mektup yazdı, Hiç.Bir. Şey. Yap-ma-dı! NEDEN?! Neden Park, Eleanor'un peşinden bu kadar koşarken Eleanor bu kadar sessizdi? Sanki aralarında her şey imkansızmış, bir daha asla görüşmelerinin yolu yokmuş, bu yüzden sonsuza kadar birbirlerini unutmalarını kolaylaştırmaya çalışıyormuş gibi. Neden her şey bu kadar dramatikleşti? Böyle bitmek zorunda değildi. Bana kalırsa bu olayı ilişkilerinin sonu yapan Eleanor'du, başka hiçbir şey değil.
"He'd stopped trying to bring her back."
İşte bu cümleyi ilk okuduğumda anlamalıydım. Belki de anlamıştım, ama ortalarda olur bir olay sonra düzelir diyordum. Buna inanıyordum. Fakat her şey mahvoldu. Eleanor'un davranışlarının altında bambaşka bir olay yatmıyorsa -ki hiç sanmıyorum- bu yaptığı tam anlamıyla bencillikti bana kalırsa.
Beni en çok yıkan yerlerden biri ise Park'ın yılsonu balosuna başka bir kızla gitmesiydi. Ağlarken resmen sesli sesli "Ama söz vermiştiniz... Siz birlikte gidecektiniz! Yaaaaa!" diye bağırdım kendi kendime. Eleanor'dan hiç ses gelmese de aylarca, yine de Park Eleanor'u aldatıyormuş gibi hissettim. Yalnız gitmeyecekse, hiç gitmemeliydi diye düşündüm.
Ve sonra bir kartpostal geldi: Üç kelime uzunluğunda... NE BU?! ŞAKA MI?! Zaten elimizde yetineceğimiz tek bir kartpostal kalmış, onda da ne yazdığını bilmiyoruz. "Sevgili yazar, benimle dalga geçiyor olmalı" diye düşündüm. Son düşüncem buydu. Sonra devrelerim yandı, kendimi kaybettim. Uyuyakalmışım.
Sabah uyandığımda ilk iş GoodReads'e girip milletin son hakkındaki düşüncelerini, yorumlarını, bildiklerini, her şeyi okumaya giriştim. Belki kaçırdığım bir kısım vardı, belki anlayamamıştım tam, belki yazar bir açıklama yapmıştı... Ama yok, yok, yok. Ben aslında Park'ın yüzünde gülümseme oluştu, dediği için iyi şeyleri düşünmüştüm -doğal olarak- ve aklıma ilk olarak "I am coming." gelmişti. Sonra "I love you." cümlesi geldi ama ilki olmasını diledim. Yine de hiçbir fikrim yok.
Şimdi gelsin iyi haber. Yazarın bir röpotajını okudum ve tabii ki kitabın sonu hakkında bir soru sormuşlar.Yazarda o üç kelimenin ne olduğunu söyleyemeyeceğini ama Park'ın gülümesemesinden iyi bir anlam çıkarabileceğimizi söylemiş. *mutluluk gözyaşları* O kelimeleri söylememe nedeni ise: Belki bu karakterlerle alakalı bir şeyler daha yazabilirmiş! Sadece şok olup öylece kaldım bunu duyunca. Önce sevindim, ama çabuk geçti. Ben bir kitap daha çıksın istemiyorum. Ben bu kitabın sonuna eklenecek birkaç cümleyle yetinebilirim. Çünkü... sanki bir kitap daha çıkarsa her şey mahvolacakmış gibi hissediyorum. Sanki kitabın bütün büyüsü kaçacakmış gibi. Ayrıca sorun şu ki kitabın çıkıp çıkmayacağı kesin değil. Bırak yazmaya başlamayı, yazar yazıp yazmamaya bile karar vermemiş.. Yani yeni bir kitap çıkacak olsa ben yaşlı bir nine olduğumda ancak okurum diye düşünüyorum. Her neyse...
Spoiler Sonu
Vay. Canına. Hayatım boyunca yazmakta en çok zorlandığım yorum bu oldu sanırım. Yorumu yazarken ağlamayacak hale gelmek için bilmem kaç gün beklemem gerekti, yine de bir ara ağlama hissi gelmedi değil. Neyse, dramatik bir kitap değildi, ama ben her şeye ağlamayı başarıyorum ve yazarın da öyle bir kalemi var ki insanları ağlatmak için trajediye ihtiyaç duymuyor. (Bunu daha önce söylemiş olabilirim. Yorumu kaç gündür yazıyorum Allah bilir. Ne yazdığımı da unutuyorum :D)
(En sonunda kafayı sıyırdım gifi)
Kısaca bu kitabı alın, okuyun, okutun. Belki siz benim gibi aşık olmayacaksınız, belki de nefret edeceksiniz. Ama emin olun ki bu kitap siz fark etmeden size bir şeyler katıyor. İngilizceniz iyiyse alıp orjinalini okumanızı tavsiye ederim. Okuyamıyorsanız da Pegasus'u taciz edin çabuk çıkarsınlar :D Zaten 2015 İlkbaharında çıkaracaklar. Her neyse, İngilizce veya Türkçe pek bir fark olacağını sanmıyorum. Bu kitabı okuduğunuzda, hemen yorumlarınızı bekliyorum. Kitabı okurken ne düşündünüz, bitirdiğinizde nasıldınız, beğendiniz mi, bla bla bla.. Her şeyi öğrenmek istiyorum. Her şeyi!
Yoruldumm.. Saatlerdir yazıyorum sanırım :D Şimdi görüşürüz deme zamanı, sakın spoiler almayın ve çıkar çıkmaz bu kitabı alıp okuyun. Herkesin tepkisini merak ediyorum. *-* Ön okumaya göz atmayı unutmayın. Hoşçakalıın!
gerilim,polisiye,suç romanlarını seviyorsa p.j parrish ölüm şarkısı romanını öneririm çok güzel
YanıtlaSilÖneri için teşekkürler..
SilBu kitabı yaklaşık 2 ay önce okumuştum. Bazı cümleler beni o kadar çok etkiledi ki onu uzun süre kafamdan çıkarıp yeni bir kitaba başlayamadım. Bu hem en sevdiğim hem de cidden nefret ettiğim bir kitap oldu. Kitabı bitirdiğimde bitmiş olduğunu fark edemedim başta. Birkaç bölüm daha var falan sanıyordum ama sayfayı bi çevirdim röportaj teşekkürler kısmı falan. Sinir krizi falan geçiricektim az daha asjhdsajas. RR heralde benden en çok küfür yiyen yazar ama bu işkenceye devam etmek için geçen hafta Attachments ı aldım. İnş bunun da sonu açık uçlu bitmez
YanıtlaSilAynı duygular... :D
SilBir şey soracağım bu kitabı ingilizce okudunuz değil mi? İnglizce okumak zor olmuyor mu ya da sıkıcı ve yavaş çünkü sonuçta herkesin bilmediği İngilizce kelimler vardır.Yabancı dil okumak kitabın tadını kaçırmaz mı ? Sadece meraktan sordum.Yanlış yorumlamamanız dileğiyle.
YanıtlaSilTabii ki bilmediğimiz kelimeler oluyor ama bir cümleyi anlamak için içindeki tüm kelimeleri bilmeye gerek kalmıyor. İlk başladığımda biraz adapte olmakta zorlanmış olabilirim, tam hatırlamıyorum, ama bir yerden sonra Türkçe okur gibi gitti. Hatta tadını kaçırmanın aksine orjinal dilinde okuyup yazarın yaptığı kelime oyunlarını ilk elden görmek beni eğlendirdi. Zaten bu kitabın dili biraz sade diğer romanlara göre, birkaç önemli kelimenin anlamını çıkarınca devamı da geliyor :)
Silne güzel :) sevindim bende bu yaz deneyeceğim sevgilerle (soruyu soran anonim)
SilBilgin var mı, kitap Türkçeye çevrilecek mi?
YanıtlaSilEvet, yorumun sonunda bahsetmiştim gerçi...
SilSanırım benzer duygular hissetmişiz... Hayatımda en sevdiğim 10 roman listeme girebilecek bir kitapken son 3-5 sayfada kaybetti beni. Bu sonu kabullenemiyorum. Umarım "I love you" gibi saçma sapan birşey değildir bir sene sonra gelen kart. I am coming filan olsa idare eder hani... Ama yine de niye hiçbir mektubu açıp okumadı Eleanor, niye kendisi hiç yazmadı - bunu anlayamıyorum. Park ise birkaç ay sonra neden vazgeçti, hatta bir iki hafta ses çıkmayınca neden gidip oraya neler olduğuna bakmadı, evi biliyor nasılsa, neden vazgeçti? Neden baloya başkasıyla gitti, başkasını öptü? Yani yazar bize muhteşem bir ilk aşk hikayesi sunup, sonra da "Yok öyle birşey, kandırdım sizi" demiş gibi hissettim kitabın sonunda...
YanıtlaSilEvet, birçok kişinin böyle hissedeceğini tahmin etmiştim aslında. Çünkü ben de aynı şeyleri hissettim ve deliler gibi isyan ettim. Ama sinirim bir süre sonra geçti, artık sadece "hayat..." diye düşünüyorum. Sanki acımasızlığına alıştım gibi kitabın sonunun *buruk bir gülümseme* :)
Sil