Nora'nın Kitaplığı : Haziran 2019

18 Haziran 2019 Salı

Geri Dönüş (Titan #1) - Kitap Yorumu


Tarih bir kez daha tekerrür etme cüretini gösteriyor.

Seth'in hayatını tanrılara adamasının üzerinden bir yıl geçti. Ve şimdiye kadar, tanrıların ona verdiği görevler hep şiddetli ve kanlı oldu. Bu durum Seth için sorun değildi. Kan ve şiddete alışıktı. Ancak şimdi Apollo'nun onun için başka bir planı var. Ellerini ve başka bir uzvunu uzak tutmak kaydıyla muhafız rolünü üstlenmek zorunda. Ve kendini dizginleme konusunda gerçekten başarısız biri olduğundan, bu görev onun şimdiye kadarki en zor görevi olabilir.

Josie'nin bu inanılmaz seksi adamın ne olabileceğiyle ilgili hiçbir fikri yok. Ama büyük olasılıkla evden ayrıldıktan sonra başlayan yeni hayatı, Olympos büyüklüğünde bir blenderin içine atılıp püre haline gelmek üzere. Josie ya delirecek ya da antik bir mitin içinden fırlamış bir kâbus onu ele geçirmek için fırsat kollayacak. Daha da kötüsü, altın rengi gözlü, sır saklayan Seth ile arasında oluşan beklenmedik çekim bunların hepsinden daha tehlikeli olabilir.


Herkese merhaba! Bittiği için oldukça üzüldüğüm, en sevdiğim serilerden biri olan Melez Sözleşmelerinin yan serisinin ilk kitabı Geri Dönüş ile karşınızdayım! Uzun zamandır reading slump'ta olduğum zamanlarda klasik bir JLA kitabı olarak akıcılığıyla beni bu sıkıntıdan kurtardığı için de bende yeri ayrıdır.

Doğruyu söylemek gerekirse çok dolu dolu, etkileyici, muhteşem bir kitaptı diyemem. Ama Jennifer'ın tarzını bilenlerin de beklentisinin bu yönde olacağını zannetmiyorum zaten. Şu kadarını söyleyebilirim ki benim bu kitaptan beklentilerimi fazlasıyla karşıladı. Beklentilerim de genel olarak eğlenceli bir romantizm, sürükleyici bir kurgu ve Melez Sözleşmeleri'ne olan özlemimin biraz olsun giderilmesiydi. Deacon, Luke, Marcus ve daha nicelerini tekrar görmek muhteşemdi.

Ah, tabii bir temennim de Seth'in artık Alex'ten bir sıyrılmasıydı. Bilirsiniz Alex benim favori karakterlerimden ve Seth'i de çok severim ama aşk üçgenindeki üçüncü süprüntülerden nefret ediyorum -bütün üçüncüler, üzgünüm- çünkü asıl ikilinin de üzerinde sürekli bir vicdan azabı olmasına sebep oluyorlar. Böyle de rahatsız edici bir durum olduğundan dolayı Seth'in kendine yeni bir aşk bulması benim için kitabın en tadından yenilmez yanıydı.

Eh tabii, Seth'i başrolde görmek ve özel hayatına bir miktar giriş yapmak onun tanrısal muhteşemliklerini ve bayıldığım umursamazlıkla karışık espri anlayışını bir kez daha takdir etmeme sebep oldu. Ve spoiler vermek istemediğimden ayrıntıya girmeyeceğim ama Apollo da bu kitapta size sıkı kahkahalar attıracak diyebilirim. Seth'in çevresinde olunca insanların espri anlayışı mı güçleniyor ne :)

Kendime en kısa zamanda seri devamlarını alma ve okuma sözü verdim. Böylesine sürükleyici bir seri okumayı çok özlemişim. Aranızda seriyi okuyan-okumayı düşünen var mı? Siz bu seri hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum bırakmadan geçmeyin, hoşça kalın!



Yayınevi: DEX    Yazar: Jennifer L. Armentrout     Sayfa Sayısı: 396
GoodReads Puanı: 4,28    Çevirmen: Meltem Uzun


Stefan Zweig Yorumlarım #1 || Satranç - Olağanüstü Bir Gece - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu


Herkese merhaba! Bu aralar her ay birkaç tane Stefan Zweig kitabı okuduğumdan dolayı yorumlarımı bir tag altında birleştirmeye karar verdim. Lafı çok uzatmadan, Nisan ayında okuduğum Stefan Zweig kitaplarıma geçelim :)

1. Satranç


Rastlantı sonucu eline geçidiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.'nin öyküsüdür görünüşte Satranç. Ama derinlerde bir veda mektubudur aslında.

Stefan Zweig'ın Brezilya'da sürgündeyken yazdığı ve Şubat 1942'deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı Satranç, Avrupa kültürünün nasyonal sosyalist tehlike altında yok oluşuna işaret eder.
Avrupa kültürüne elveda derken yaşama da veda etmeyi seçen Zweig'ın son yapıtı Satranç, gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla, kısa ama her bakımdan etkileyici olağanüstü bir uzun öyküdür.


Satranç, daha önceden kardeşimin okulundan istendiği için aldığım fakat aylardır kitaplığımda olmasına rağmen okumanın hiç aklıma gelmediği bir kitaptı. Ta ki bir gün kafama esip de elimi atana kadar. İyi ki o gün o ilham gelmiş bana çünkü çok kaliteli bir yazarla tanıştım ve harika bir uzun öykü okumuş oldum.

Çok beğendim... hatta beklediğimden çok daha fazla diyebilirim. Genelde bir kitap çok fazla beğeniliyorsa beklediğim gibi çıkmayacağını, hayal kırıklığına uğrayacağımı düşünürüm çünkü çoğunukla yükseltilmiş beklentilerimi karşılayamaz. Satranç tam da abartıldığı kadar sevilmeye değer bir kitaptı bana kalırsa. Öyle ki okunacak onca kitabım varken koşa koşa D&R a giderek bir Stefan Zweig kitabı daha aldım ve ona başladım... :)

Kitapta ilk başta kurgunun nereye gideceğini kavrayamıyorsunuz, hatta öykünün ana kısmı başladığında bile başlamış olduğunu fark etmiyorsunuz. Ancak gittikçe artan gerilim belli bir boyuta çıkınca kitabın en hayati yerinde olduğunuzu fark ediyorsunuz. Anlatabildim mi emin değilim fakat bir yandan da kitabın oldukça sürükleyici olduğunu söylemek istiyorum. Ama bir yandan da 70 sayfa değil de 270 sayfa okumuşsunuz gibi dolu dolu hissettirmeyi de başarıyor. 

Hem bu kadar sürükleyici hem bu kadar dolu olan bir kitap yazmanın çok zor olduğunu düşünüyorum fakat yazarımız bunu başarmış ve bana da yalnızca takdir etme düşüyor. Çok güzel bir deneyimdi benim için ve gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Satranç, uzun süre unutamayacağım bir kitap...

Yayınevi: Can Yayınları    Yazar: Stefan Zweig     Sayfa Sayısı: 71
GoodReads Puanı: 4,29    Çevirmen: Ayça Sabuncuoğlu





2. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu


Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal! 


Tahmin edersiniz ki, Satranç'tan sonra koşa koşa D&R'a gidip aldığım kitap Stefan  Zweig'in en çok merak ettiğim kitaplarından biri olan Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'ydu. Can Yayınları birden fazla kitabını birleştirerek yayınladığı için bu şekilde olan kitapları Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan almak istedim. Bir de kapaklarını sevdiğim kitapları (bkz. sonraki kitap)... :)

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nda duygular öylesine ince fakat öylesine tutkulu işlenmişti ki... Kitabı okurken kadının tutkusu, hüznü, korkusu veya mutluluğunu içinizde hissederken sesinin de kulaklarınızda yankılandığını duyar gibi oluyorsunuz. İşte böylesine bir kitaptı... Kitabı bitirince "aşk" kavramını ciddi anlamda sorgulamaya başlıyorsunuz. Böylesine fedakârlıkları görünce kendi çevrenizdeki "aşk"ların boyutunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Bu kitapta geçen aşk, öylesine bencilliklerden ve diğer tüm kirli duygulardan arınmış ve saf ki... 

Ah, çok etkilendiğimi söylememe gerek bile yok sanırım. Belki Satranç kadar, belki de daha çok sevdim. Stefan Zweig'in insan psikolojisini çok kolaymışçasına çözümleyip kalemiyle oyun oynar gibi eğip bükmesi ve kendisi olmayan, empati yapmasının da oldukça zor olduğu bir insanın psikolojisine bu derece hakim olabilmesi beni resmen büyüledi. Bu kitaba aşık olduğumu söyleyebilirdim, bana aşkın ne demek olduğunu unutturmasaydı.

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları   Yazar: Stefan Zweig     Sayfa Sayısı: 62
GoodReads Puanı: 4,17    Çevirmen: Ahmet Cemal



3. Olağanüstü Bir Gece

Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak "suç" işler. Böylece yeniden "hissetmeye" başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, "hayatın en dibindeki lağımlara" sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.


Bir sonraki D&R'a gidişimde kapağından dolayı hayran olduğum bu kitabı almadan çıkamadım doğrusu. Fakat diğer kitapların aksine, bu kitap beni çok etkilemedi, çok sürüklemedi de. Belki en iyi kitabı olmasını beklediğimdendir, belki de yanlış zamanda okumuşumdur, bilemiyorum ama bir türlü kitabın içine giremedim, karakteri özümseyemedim hatta itici bile geldi diyebilirim. 

Tabii ki bu kitapta da Stefan Zweig'in artık alışmış olmama rağmen hâlâ aynı zevki aldığım o gittikçe yükselen gerilimi hissettiren olay örgüsü ve anlatımı vardı ve bu benim için devasa bir artıydı. Kitabın sonu da bir o kadar etkileyiciydi ve asla unutmayacağım alıntılar çıkardım. 

Sonuç olarak gidişata çok kapılamasam da sonunda beni kendine katmış bir kitap oldu. Ve yine o bayıldığım psikolojik çözümlemelerle doluydu. Öyle ki bir yerde ben de kitaba karıştığımı hissettim. 

Spoiler içerir: Önce depresyona girdim, kötü bir insan oldum; sonra en ufak şeyde mutluluk arayan iyimser ve neşeli birine dönüştüm sanki. 

Sevdim kısaca bu kitabı da, yalnızca diğer kitaplar kadar büyüsüne kapılamadım...

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları   Yazar: Stefan Zweig     Sayfa Sayısı: 69
GoodReads Puanı: 4,06    Çevirmen: İlknur İgan

17 Haziran 2019 Pazartesi

Düşler Krallığı (Westmoreland Saga #1) - Kitap Yorumu


Bir İskoç dükünün kızı olan Jennifer Merrick, 'Kurt' lakabıyla anılan İngiliz Claymore Dükü Royce Westmoreland tarafından manastırdaki okulundan kaçırılır. Dük, düşmanlarının yüreğine dehşet salan, adını duyan herkesin dudağını uçuklatan bir savaşçıdır, ama Jennifer de onun ününü umursamayacak kadar inatçı ve yürekli bir kızdır. Ailesine saldırmak üzere olan savaşçı kendisini tutsak aldığında, ondan kurtulmak için akıl almaz bir zeka kıvraklığı ve öz güvenle, küstah, alaycı ve yakışıklı düşmanını şaşkına çevirir.

Ancak onun güçlü kollarında aşkı bulduğu andan itibaren Jennifer için hayat; gururunun, ailesine karşı hissettiği vefa ve koruma duygularının, karşı koyamadığı bir aşkla çatıştığı tehlikeli bir tuzağa dönüşecektir...
Herkese merhaba! Bugün en güzel tarihi aşk kitabı olmasını beklediğim Düşler Krallığı ile karşınızdayım. Uzun zamandır almak istediğim fakat kampanyalı kitapların peşinde koşmaktan bir türlü almaya fırsat bulamadığım bu kitabın ne yazık ki artık baskısı yok. Bunu fark eden ben, büyük bir düş kırıklığına uğradım ve hemen tüm siteleri arayarak bulduğum tek site olan D&R'dan sipariş verdim. Zaten temin etmeleri çok uzun sürdü ve benim siparişimden sonra "Tükendi" ye çevirdiler. Bana gelen kitap da bir miktar sararmış ve hasarlı olduğundan sahaflardan temin etmiş olduklarından şüphelenmedim değil doğrusu. Fakat o sırada bu önemli değildi çünkü ne zamandır peşinden koştuğum hayallerimin kitabına sonunda ulaşmıştım...

Nereden bilinç altıma girdi bu düşünce bilmiyorum ama Judith Mcnaught'u hep en efsane tarihi aşk yazarı ve Düşler Krallığı'nı da onun en iyi kitabı olarak düşünmüştüm. Ne yazık ki bu düşünce benim için doğru çıkmadı. Belki de gözümde çok büyüttüğümdendir, hatta büyük ölçüde bunun payı olduğuna inanıyorum. Daha önce okuduğum tarihi aşkların üzerine bir artısı olmamakla beraber, onlar kadar etkilemedi bile. Gerçekten hayal kırıklığına uğradım...


Yani asla kötü diyemem bu kitaba, klasik yeri geldikçe komik yeri geldikçe sinir bozucu olan bir tarihi aşk kitabıydı fakat daha fazlasını bekleyenler için korkarım ki uygun bir seçenek değil. Olması gerektiğinden daha öngörülebilir ve daha klişeydi, yeterince akıcı veya etkileyici de değildi benim nazarımda. Genel olay örgüsünü beğensem de romantizm bazındaki olay örgüsünü beğenmedim. Tecavüz yoktu belki ama buna rağmen rahatsız edici olabilmeyi başaran yerleri vardı. Bu kısımlar da beni büyük ölçüde soğutmuş olabilir. "Pislik erkek" karakterine aşık olma olayını bu kadar abartmaya gerek var mı gerçekten?

Bir sonraki tarihi-aşk kitabım Judith McNaught olmayacak sanırım. Julie Garwood iyi gidiyordu, ondan devam edeyim en iyisi :D Siz bu kitap hakkında ne düşünüyorsunuz? Okumayı düşünen veya okuyan var mı aranızda? Yorumlarınızı eksik etmeyin, hoşça kalın!
Yayınevi: Epsilon    Yazar: Judith McNaught     Sayfa Sayısı: 416
GoodReads Puanı: 4,24    Çevirmen: Meryem Kutlu