Nora'nın Kitaplığı : Eylül 2017

9 Eylül 2017 Cumartesi

Son Fedakarlık (Vampir Akademisi #6) - Kitap Yorumu


CİNAYET.
AŞK.
KISKANÇLIK.
VE SON BİR SEÇİM.

ÖLÜM MÜ, AŞK MI?

Rose Hathaway oyunu her zaman kendi kurallarıyla oynamıştı. En yakın arkadaşı ve yaşayan son Dragomir Prensesi Lissa’yla St. Vladimir Akademisi’nden kaçarak kuralları çiğnemişti. Büyüleyici öğretmeni Dimitri’ye aşık olarak kuralları çiğnemişti. Moroi dünyasının lideri, Kraliçe Tatiana’ya karşı gelme cesaretini göstererek, gelecek dampir nesillerini korumak adına hayatını ve saygınlığını riske atmaktan çekinmemişti. Ancak bu kez kanun, pençesini Rose’a geçirdi. Hem de işlemediği bir suç için. Üstelik cezasının infazını önleyebilecek bir tek kişi var ve Rose onu bulmak için hem Dimitri’nin hem de Adrian’ın yardımına muhtaç. Ama zamanı azalıyor. Ölüler dünyası onu tüm gücüyle geri isterken Rose’un şansı gitgide zayıflıyor. Esas önemli soru şu; tüm hayatınızı başkalarını kurtarmaya adamışsanız sizin hayatınızı kim kurtarabilir? Rose, Dimitri, Adrian ve Lissa’yı yalnız bırakmayın.

Serinin Diğer Kitapları & Yorumlarım:
1. Vampir Akademisi
2. Buz Öpücük
3. Gölge Öpücük 
4. Kan Sözü
5. Ruh Bağı


Güneşli, cıvıl cıvıl bir haftasonu sabahından herkese merhaba! Bir seriye daha iyisiyle kötüsüyle veda etmiş bulunuyorum. Serilerimin yarım kalmasından ne kadar nefret ettiğimi düşünürsek fazlasıyla iç rahatlatıcı bir durum diyebilirim. Diğer yandan bu seriyi sevdiğim için bir iç burukluğu da yaşamıyor değilim tabii. Oldukça başarısız bir ilk kitabı olmasına rağmen bizi serinin sonuna kadar sürükleyebiliyorsa bu seride gerçekten iş var demektir -ki 3 ve 4. kitapları özellikle harikaydı. Ne var ki 5. kitap gibi 6. kitabı da ortalama buldum. Vampir Akademisi gibi yükselmiş bir seriden daha efsane bir son beklerdim. Şaşırtıcı bir son.

Kraliçe katilinin kim olduğu konusu hiç şaşırtıcı değildi benim için. Daha 5. kitaptan o kişi olduğunu düşünmüştüm fakat belki yazar ters köşe yapar diye bekledim. Yapmamış. Bu öngörü bana kitabı sıkıcılaştıran yegâne şeydi, hiçbir tahminim olmasaydı oldukça şaşırıp zevk alabilirdim fakat o kişi benim fazlasıyla gözüme batmıştı. Bilemiyorum, belki de şanslı bir tahmindi fakat sonuç olarak kitabın en önemli kısmını baygın bakışlarla okumama sebep oldu.


Spoiler
Rose vurulduğunda oldukça heyecanlanmıştım çünkü bir umut ölebilirdi. Evet bunu umut ettim, bir young-adult kitabından, çünkü neden olmasın? Onca kişi öldü, Dimitri bile ama bu ne şanstır ki her köşeye sıkıştığında Rose kaçmayı başardı. Belki bu vurulmadan sonra ölür dedim ama ondan da klişe bir şekilde kurtuldu. Kitabın benim için en can alıcı noktası bu olaydan kendisi kurtulduğu için Rose ve Lissa'nın bağının kopmasıydı. Zekice ve tahmin edilemez bir olaydı. Adrian-Dimitri kapışmasına ise içinden çıkamayacağım için hiç girmiyorum bile.

Ee şimdi kitap bitti, ne oldu? Lissa kraliçe oldu ve tüm bir Moroi dünyasının sorumluluğunu omzuna aldı, üstelik bir de uğraşması gereken özenti kız kardeşi olduğu ortaya çıktı. Rose ve Dimitri yine gardiyan oldular fakat iki Moroi'ye bağlı olarak. Ne değişti? Doğru düzgün okuyup okulunu bitirseydi de aynı şey olabilirdi Rose için. Devrim nerede? Madem tüm bir kitabı maceradan, savaştan uzak diplomatik oyunlara çevirdiniz, bari adamakıllı bir devrim yapsaydınız da Moroi dünyasının altı üstüne gelseydi.
Spoiler Sonu

Bu da ayrı bir konu, ben Vampir Akademisi'nin Strigoilerle kapışma olarak beğenmiştim. Diplomatik saray entrikaları serisi olarak değil. Ve bu son kitap Vampir Akademisi'nin kökleşmiş macera anlayışını bir anda kendi türünden kaçışa çevirdi ve gizli
politik oyunlar kitaptaki maksimum eğlenceydi. Aksiyon nerede? Adrenalin nerede? Genelde distopik serilerin son kitapları hep yönetim üzerine oluyor -bakınız en basitinden Açlık Oyunları- ve bu durum beni sıkıyor. Vampir Akademisi'nde bunu yaşamayı hiç beklemezdim, ama bir şekilde burada bile konular diplomasiye geldi. Anlayacağınız birkaç yönden beklentilerimi karşılayamadı bu kitap.

Uzun lafın kısası gerçekten de tam anlamıyla iyisiyle kötüsüyle veda ettik bu seriye. Kan Bağı serisine başlamayı düşünüyor muyum gibi mantıklı bir soru yöneltiyorum şu an kendime ve cevabım evet. Fakat kitaplığımda okunması gereken bunca kitap varken önümüzdeki birkaç yüzyılda başlayabileceğimi düşünmüyorum. Bu seriyi okuyan veya okumak isteyen var mı? Yorum bırakmaktan çekinmeyin, hoşça kalın!

Yazar: Richelle Mead    Çeviri: Zeynep Heyzen Ateş
Yayınevi: Artemis   Sayfa Sayısı: 559    Liste Fiyatı: 25 TL    GoodReads Puanı: 4.42

Hayvan Çiftliği (Animal Farm) - Kitap Yorumu

Asıl adı Eric Arthur Blair olan İngiliz yazar George Orwell’ın siyasi hiciv tarzındaki kısa öyküsü Hayvan Çiftliği 1945 yılında yayımlanmıştır. Eser, alegorik açıdan zengin bir eserdir ve Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası gibi totaliter rejimleri mizahî bir dille eleştirmektedir. Hayvan Çiftliği, özet olarak Stalinizmi yerden yere vururken Sovyetler’in kuruluşundan bu yana gerçekleşen olayları hicveder.

Hayvan Çiftliği eserinde adı geçen karakterlerin büyük bir kısmı domuz, kuzgun, köpek gibi hayvanlardır ve bu hayvanlar Stalin, Lenin, Marx gibi tarihî kişilerin alegorisi niteliğindedir.

Kitabın ilk çevirisi saygıdeğer Halide Edip Adıvar tarafından tercüme edilmiştir. Kitabın günümüzdeki baskısı Celal Üster’in çevirisi ve Can Yayınları’nın özenli çalışmasıyla okuyuculara sunulmaktadır. Kitabın 2016 Türkçe baskısındaki kapak tasarımı değerli sanatçı Utku Lomlu’ya aittir.

George Orwell Hayvan Çiftliği kitabı, yıllardır olduğu gibi bugün de pek çok okulda okutulmaktadır. Kitap, sürükleyici ve mizahi diliyle okurları büyülemeye devam etmektedir.

Romanın 1954 ve 1999 yıllarında çizgi film versiyonları gösterime girmiştir. Roman, ayrıca İngiliz Progresif Rock grubu Pink Floyd’un 1977 tarihli “Animals” adlı albümünün konseptine ilham kaynağı olmuştur.


 Herkese tekrar merhaba! Sıcak tatil günlerinde sıkılmaktan beni kurtaran yaz kitaplarımdan birinin yorumuyla karışınızdayım. Öncelikle bahsetmek istediğim birkaç konu var -ki takipçilerim muhtemelen bu konuşmanın bir kısmını daha önce de duymuştur. Blogda yorumunu paylaşmaya çok gönüllü olmadığım kitaplar, klasikler ve klasikleşme yolundaki edebi kitaplardır. Bunun sebebi de şu ki edebiyat konusunda çok bilgili olduğumu söyleyemem, hele de eleştiri yapacak kadar hiç değilim. Durum buyken eleştiri yaparcasına yorum paylaşmak da çok hoşuma gitmiyor. Zaten bu tarzda okuduğum kitapların neredeyse hiçbirinin yorumu blogda mevcut değil; özellikle belirtmek istediğim şeyler olmadığı sürece klasik-edebi kitapların yorumlarından köşe bucak kaçıyorum denebilir :D Anlayacağınız bu yorum her zamanki gibi bir eleştiri-övgü yorumu değil sadece merak edenler için kısaca tabiri caizse gözlemlerimi söyleyeceğim.
 Öncelikle kitap hakkında bana da söylenmiş olan ve benim de fark ettiğim bir özellikten başlayacağım: Akıcılık. Edebi kitaplardan akıcılık yönünden hiçbir beklentim olmadığından olsa gerek bu kitabın fazlasıyla akıcı olması beni oldukça şaşırttı. Kitapta tahmin edersiniz ki alegori oldukça ön plandaydı ve beklenmedik bir şekilde eğlenceli bir dili ve kendini okutan bir kurgusu vardı. 
Ne var ki size tavsiyem kendinizi bu kurguya kaptırıp bunu yalnızca domuzların atların ve benzeri hayvanların olaylarıymış gibi okumamanız. Hayvanlar yalnızca asıl fikri okura iletmekte kullanılan saydam aracılar. Kitabı okumadan önce kitabın karakterlerinin nitelediği rejim ve kişiler hakkında bilgi olmakta fayda var. Bu yüzden kısa bir araştırmanın arkasından bu kitabı okumanız yazarın satır aralarından bize göz kırpan asıl fikirlerini anlamanız açısından oldukça yararlı olur.


Tüm kitabı ilgiyle okumama rağmen beni en çok etkileyen kısmı sonuydu diyebilirim. Zekice ve -en azından benim için- beklenmedikti. Üzerinde düşününce aslında beklenmedik olmaması gerektiğini fark ettim. George Orwell gerçekten de zamanları aşıp defalarca tekerrür ederek günümüze kadar ulaşan bir gerçeği ustalıkla gözler önüne sermiş ve bahsettiği gerçekler kadar zamanın engellerine takılmayacak nitelikte bir roman ele almış. Sanırım bize de okuyup kendimizce bir ders çıkartmak düşüyor. Kitabı okuyanlardan yorumlarını bekliyorum, hoşça kalın!


Yazar: George Orwell    Çeviri: Celal Üster
Yayınevi: Can Yayınları   Sayfa Sayısı: 160    Liste Fiyatı: 15 TL    GoodReads Puanı: 4.06

8 Eylül 2017 Cuma

KCBT 33. Blog Tur || Aldatıcı Öpücük (Remnant Serisi #1) - Kitap Yorumu

Aldatıcı Öpücük ile ilgili görsel sonucu

Morrighan’ın rahminden,
Kasvetin en uzak köşesinden,
Hükümdarların entrikalarından,
Kraliçenin korkularından,
Doğacaktır umut.

Yeni ve zorlu bir dünyada kendi yerini bulmaya çalışan bir prenses...

Morrighan Hanesi’nin İlk Kız Çocuğu olan Prenses Lia, omuzlarındaki ağır sorumluluklara karşı çıkar ve düğün gününde, krallığın bilgesine ait gizemli bir hazineyi de çalarak ortadan kaybolur. Daha önce hiç görmediği Dalbreck Prensi ile evlenip krallıklar arasındaki güç oyununda bir piyon olmak yerine, seçimlerinde özgür olabileceği kendine ait bir hayatı tercih eder. Küçük bir liman kasabasına kaçar ve hayallerini gerçekleştirmek için çabalamaya başlar. Ancak gerçekleşmeyi bekleyen eski bir kehanet ile olmak için doğduğu kişiyi keşfetmek zorunda kalır. Lia’yı, gücünün sınırlarının farkına varıp, sevdiklerini korumak için neleri göze alabileceğini sorgulamasına neden olacak bir savaş beklemektedir.


Serin bir akşamüstünden herkese merhaba! Yıllar önce okunacaklar arşivime girmiş, merakla beklediğim ve sonunda Türkiye'de de Nemesis Yayınevi aracılığıyla çıkan The Kiss of Deception, nam-ı diğer Aldatıcı Öpücük yorumumla uzun bir aradan sonra tekrar sizlerleyim! Bu yaz hiç yazmamış olsam da okumamış değilim... Ufak bir ön bilgilendirme; çok yakında art arda 2 -belki de 3- kitap yorumu daha sizinle olacak :)

Asıl meseleye dönecek olursak, ilk bölümün son cümlesiyle bir anda beni kendi dünyasına çeken Aldatıcı Öpücük, biraz dili biraz da distopyası sayesinde mistik, büyülü bir havaya sahipti. Venda ezgileri ve her bölüm başına koyulan Gaudrel ahitlerindeki hüzün ve gizem de bu büyülü havayı okur için fazlasıyla pekiştiriyordu. Sanırım tüm kitapta beğendiğim yegâne şey de okuru saran bu buğulu havasıydı. Öyle ki başroldeki karakterlerin klişe ve odunsu kişilikleri bile bu kırılgan havaya üstün gelmeye yetmemiş. Ne zaman büyülü hava uçacak olsa pat diye bir "her şeyi biliyorum ama nereden bildiğimin bir önemi yok" karakteri ortaya çıkıp gizemli ve tüyler ürpertici konuşmalar yapıp o havayı geri getirmeyi başarıyordu.

Ä°lgili resimFakat bu büyülü hava kitabın etkileyiciliğine katkıda bulunsa da kitabın sayfalarını kapatır kapatmaz uçup gidiyordu yani maalesef ki kitap ne okuduğum süre boyunca ne de bitirdikten sonra üzerimde büyük bir etki bırakamadı. "Hemen 2. kitabı almalıyım" düşüncesine kapılmadım ve bana kalırsa seri kitaplarda, özellikle ilk kitapta, okurun beğenisini kazanmak için en önemli noktalardan biri bu, son. Zaten tek kitaplar çoğunlukla tam anlamıyla bir sona sahip oluyor ve nasıl olursa olsun okurun aklında kalıyor, seri kitapların ise bu eksiği diğer kitaba bağlanacak fazlasıyla etkileyici bir sonla kapatması gerektiğini düşünüyorum. Aldatıcı Öpücük'ten de bunu, belki de biraz fazlasıyla, beklemiştim fakat aradığım sonu bulamadım. Olması gerektiği kadar iyiydi fakat ben olması gerektiğinden fazlasını beklediğim için hayal kırıklığı oldu diyebilirim.

Öylesine bir bakayım düşüncesiyle başlayıp, garip ilk bölümünü okuyunca değişik hissedip bölüm bitince kapatmaya karar vermeme rağmen bölümün sonuyla olduğum yere çakılıp kendimi bir anda kitabın için dalmış bir şekilde bulduğumda kitabın akıcılığından da etkileyiciliğinden de fazlasıla memnun kalmıştım. O kaçış-kovalanış heyecanı, yeni bir hayata başlamanın verdiği muhteşem his sanki başrolden bana bulaşıyor gibi kitapla bir olmuştum. Dilerdim ki bu his böylece sürüp gitsin. Fakat bir yerden sonra her şey çok sıradan ve sıkıcı hissettirmeye başladı ve kitap en başında yakaladığı o muhteşem tempoyu kaybetti benim gözümde. Belki de ilk defa akıcı başlayıp sonradan bunu kaybeden bir ilk kitap gördüm, genelde tam tersi olurdu. Şu anda tam tersi olmuş olmasını dilerdim, çünkü kitapları genelde sonlarıyla hatırlıyoruz...

Image may contain: one or more people, people standing, child, text and outdoor

Spoiler

Fark etmişsinizdir ki karakterlerden neredeyse hiç bahsetmedim. Bu konuda çok dolu olduğumu söyleyebilirim. Sevgili yazara soruyorum; amacın gerçekten neydi? Katilin apaçık bir şekilde Rafe prensin de Kaden olduğunu tüm kitabı bunu böyle -düşünerek değil- bilerek okutup kitabın ortasında tam tersi olduğunu açığa çıkarmanın amacı neydi? Çünkü okuru şaşırtıp "aaaaaa demek buymuş ben diğeri sanıyordum vay be yazar ne güzel şaşırtmış" dedirmekse amaç, bunun için kullanılan yöntemin hileden farkı yok. Takdir edersiniz ki kitabın ortasında afallayıp kalmama ve kafamın allak bullak olmasına hiç de iyi bir tepki verecek değilim. Fazlasıyla sinirli olduğumu bile söyleyebilirim bu konuda.

Klişe kick-ass prensesimiz Lia'nın da bu kafa karışıklığından sonra kitabı sevmeme bir katkısı olmadı. Fakat sıra beni sarsan en önemli kısıma geldiğinde gözyaşlarımı tutamadım: Lia'nın abisini ve tüm alayı tek başına gömmeye çalıştığı bölüm. Ve sırf bu bölüm uğruna sanırım kitabı tekrar sevdim. Walther'ın ölümü kadar Greta ve bebeğin ölümü de etkileyiciydi, ne var ki Lia'nın ergen davranışları o sahnelerin etkisini biraz bozmuştu.

Spoiler Sonu



Sonuç olarak Aldatıcı Öpücük etkileyici başlangıcı ve kitap boyunca katlanarak artan gizemli ve büyülü havasıyla gönlümü çelerken kitaba başladıktan bir süre sonra azalan sürükleyiciliği ve yerini klişelere bırakan etkileyiciliğiyle gözümde biraz düştü. Kitabın sonu beni heyecanla 2. kitabı bekleme moduna sokmasa da bir şekilde serinin devam kitapları çok daha güzel olacakmış gibi hissediyorum. Nitekim bunu merak edip GoodReads'e baktığımda da devam kitaplarının ilk kitaptan çok daha yüksek puanlara sahip olduğunu gördüm. Eh, o zaman bize de Türkiye'de çıkmasını beklemek düşer... Kitabı okuduysanız veya okumak istiyorsanız yorumlarınızı bekliyorum, çok yakında gelecek yeni yorumlarımda buluşmak üzere hoşçakalın!


Yazar: Mary E. Pearson    Çeviri:Begümnaz Yürekli
Yayınevi: Artemis   Sayfa Sayısı: 536    Liste Fiyatı: 39 TL    GoodReads Puanı: 4.06

 
KATKILARIYLA...