Nora'nın Kitaplığı : Ocak 2014

29 Ocak 2014 Çarşamba

Sword Art Online - Anime Tanıtım & İnceleme


2022 yılında piyasaya sürülen Sword Art Online MMORPG oyunu, başa takılan bir alet aracılığıyla oyuncuları kendi dünyasına götürerek gerçek bir Role-Playing oyunu sunmaktadır.

Oyuna katılan 10.000 oyuncu arasında olan Kirito da SAO dünyasına giriş yapmıştır. Fakat kısa sürede bütün oyuncular oyundan çıkış olmadığını fark ederler ve herkes bir anda geniş bir alana ışınlanır.

Oyunun yapımcısının burada yaptığı açıklamaya göre oyundan çıkmanın tek yolu 100 katlı SAO dünyasını temizlemektir. Her katta bir boss bulunmaktadır ve 100. kattaki boss'u öldürebilen oyundan çıkabilecektir.

Fakat oyunda sağlığı biten kişi gerçek hayatta da ölecek, ayrıca dışarıdan biri oyuncuların başındaki aleti çıkarmak isterse alet oyuncuları öldürecektir.

Bütün oyuncular şaşkınlık içerisindeyken oyunlar konusunda tecrübeli olan Kirito oyunu kazanmayı kafasına koymuştur.


En sevdiğim animelerin başında gelen Sword Art Online, fantastik macerayı ve distopik dünyayı romantizm ile birleştirip başarılı bir sonuç veren çok nadir animelerden biridir bence. Başarılı kurgusunu ise saymıyorum bile. Adamlar öyle bir oyun sistemi kurmuşlar ki, hâlâ gerçek hayatta da olsa keşke demeden edemiyorum. 

Neyse animeye gelecek olursak şu anki haliyle toplam 25 bölüm (+2 Offline special). Tek sezon olarak görünmesine rağmen anime kendi içinde 2 sezona ayrılıyor ve 2. sezonda farklı bir oyunla karşımıza çıkıyor. Şahsen 1. sezonu daima 2'ye tercih etmişimdir. 1. sezon canavarları ve dövüşü konu alırken, 2. sezondaki oyun periler ve uçma isteğini konu alıyor. Bana ne kadar saçma geldiğinden bahsetmeyeceğim bile. Ve 2. sezonda Asuna'yı hiç doğru düzgün göremedik. Ayrıca Kirito'nun hali neydi öyle? Saçlar, kulaklar, kılıcı(?)... Komediydi resmen. Neyse anlayacağınız 1. sezonu tercih etme nedenlerim çok. 


Ama genel olarak anime harikaydı ve izlediğimden asla pişmanlık duymadım. İlk bölümler benim için hayal kırıklığıydı biraz ve ilk 8 bölümde 2 yılı anlatıp geçmişlerdi, aceleleri varmış gibi ve bu da benim sinirlerimi oynatmıştı. Tabii sonradan bunu telafi etmeyi becerdiler :D Karakterler olsun, çizimi olsun, efektleri, opening ve ending'leri olsun kesinlikle muhteşemdi.

Aslında bu anime hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki... Ama gerisini de izleyerek kendiniz görün diyorum ben, ve burada bırakıyorum. Aksiyonuyla, romantizmiyle çok güzel bir animeydi, herkese tavsiye ederim kısaca. Hoşça kalın :)

Puanım: 5      Bölüm Sayısı: 25 (+2)     
Tür: Shounen, Macera, Fantastik, Romantizm, Aksiyon, Oyun

28 Ocak 2014 Salı

Beni Seç Serisinden Haberler!

Bir çoğunuzun Dex fb sayfasında gördüğünü tahmin ediyorum bu haberleri. Fakat görmeyenler için ben tekrar paylaşayım dedim :)


İlk olarak novellalardan başlayalım. The Prince (#0.5) ve The Guard (#2.5) tek kitap olarak bahar aylarında çıkarılacakmış. Yurt dışında iki kitap ayrı ayrı 64 sayfadan oluşuyor fakat bir de tek kitap halinde olanı var o ise 240 sayfa. Yani buradan yola çıkarak demek istiyorum ki sanırım fiyatı 15 TL'yi geçmez.

(İkisi de 64 sayfadan oluşan ayrı ayrı novellalar)



İşte bu da tek kitap haline getirilmiş novellalar. 
Toplam 240 sayfadan oluşuyor ve anladığım kadarıyla
 The One'dan da kısa bir bölüm içeriyormuş. 
Benim tahminim Dex'in bu kitabı çıkaracağı yönünde, 
bahar aylarını sabırsızlıkla bekliyoruz!! :)
Ben bu kapağı yukarıdakilerden daha çok 
beğendim, söylemiş miydim?










Ve ve ve! Geliyoruz asıl kitabımıza.
Serinin 3. kitabı olan The One bu muhteşem 
kapağıyla karşımızda. Ne zaman çıkıyor 
konusuna gelirsek, 6 Mayıs tarihiyle yurt 
dışında çıkacak olan kitabımız, Haziran'da da
Türkiye'de. İyi, en azından çok beklemeyeceğiz.
İşte Dex'i sevmemizin nedenlerinden bir tanesi daha! :)

24 Ocak 2014 Cuma

Çekilişin Sonuçları Açıklanıyor!


Tabii ben yine kağıt kalem uğraşmayıp sanal ortamda halletim işleri. Herkesi kazandığı çekiliş hakkı kadar numaralandırdım ve sonuçta 235 giriş yapılmış. Doğrulamak için baktığımda bazı yorumların silinmiş olduğunu fark ettim ama meraklanmayın, o kişilerin adı da çekilişe katıldı. Bu kadar katılım olduğu için teşekkürler herkese ilk olarak :) Her neyse fazla uzatmadan devam edeyim. Sonra önceki çekilişte olduğu gibi random.org kullandım ve çıkan numaralardaki kişiler de kazanmış oldu. Fazla uzatmadan isimleri açıklayayım.  İşte kazananlar:

1. Suna Kağıtçı

2. Nilay Şengül Erbozan

Kazananları tebrik ediyorum. Mail adreslerinize birer e-posta gönderdim, 3 gün içerisinde cevap vermenizi bekliyorum :) -Aksi takdirde çekilişi tekrarlayarak yeni bir kazanan belirlememiz gerekecek.-

Katılan herkese çok teşekkür ediyorum, bir dahaki çekilişimizde görüşmek üzere, hoşçakalıın! (Ve iyi tatiller :D)

23 Ocak 2014 Perşembe

Artık Ben De Bir Kitap Canavarı'yım !


Arkadaşlar hatırlayanınız var mı bilmiyorum ama ben yılbaşında blogumda "2014'te blogumla alakalı neler yapmak istiyorum" diye bir post paylaşmıştım. Bir maddesi de bir blog turuna katılmaktı. Ben kendime ve size verdiğim bu sözle gaza gelip Kitap Canavarları'na başvurdum. Onlar da çook sağolsunlar beni kabul ettiler. :)

Şimdi biraz da blog tur kapsamından bahsetmek istiyorum. Mesela Kitap Canavarları kim? Sırasıyla sayayım size:

Eh, artık bu listeye ben de eklenmiş oldum. Ve ilk blog turum da Şubat'ın başında Mabet kitabıyla olacak. Bizi daha yakından takip edebilmeniz için blog turunun Facebook adresine tıklamanız yeterli: Kitap Canavarlarının Blog Turu-Facebook :)



Karanlık Ateş (Fever #1) - Tanıtım & İnceleme


Karanlıktan korkar mısınız?
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve yeri geldiğinde insanlar gördüklerine de inanmamalıdır...

Güzel, akıllı ve normal biri olmak, görünürdekinin gerçeğini ortaya çıkarmaya yeter mi bilinmez ama MacKayla bu özelliklere sahip bir kadın olarak "gerçekler" için çaba sarf edecektir. Tek amacı, diğer tüm normal insanlar gibi mutlu ve sade bir hayatı varken kardeşinin öldürülmesi ile mantıklı bir açıklama getiremediği tuhaflıklara son vermekti. Anne ve babasına olan sadakatini çiğneyerek kardeşinin katilinin peşine düşen Mac, İrlanda'ya gider. Çıktığı yolculuk, onu hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, iyi ile kötünün aynı derecede tehlike yarattığı karanlık bir dünyaya sürükler. Kısa süre içerisinde ise daha da büyük bir meydan okumayla karşı karşıya kalır: Sahip olduğundan haberdar bile olmadığı gücünü insanlık âleminin ötesindeki, tehlikeli Fae âlemini görebilme yeteneği kullanmayı öğrenir ve istenilenden çok daha uzun bir süre hayatta kalmayı başarır.

Her hareketi, geçmişi olmayan ve Mac'in hayal ettiği gelecekle alay eden bir erkek olan karanlık ve gizemli Jericho tarafından gölgelenir...
•*´¨`*•.¸¸.•*´¨`*•

Bana bu kitabın tamamı sanki bir kitabın başlangıcıymış gibi geldi. Tüm kitap boyunca ipucu aramalar, gerçeği yavaş yavaş öğrenmek ve kardeşinin katilini bulmaya çalışmakla geçti. Kitabın sonundaki 1-2 sayfa dışında öyle büyük bir olay olmadı. Sanırım serinin ilk kitabı olduğu için böyle yavaş bir başlangıç yapılmış. Bu kitapta bir olay olmaması ve anlatılanlara göre "yakında büyük bir savaş olacak" vs. bende serinin diğer kitaplarını hemen alma isteği uyandırdı. Çok yakında Kan Ateşi de kitaplığıma merhaba diyecek sanırım.

Bu kitapta karakterlere pek de bayılmadım. MacKayla Lane başrolümüz. 22 yaşında olmakla beraber sürekli pembe giyen sarı uzun saçlı bir tip. Tanıdık geldiyse Barbie bebeklerden dolayı olabilir. Ama o bunu kabul etmiyor. Kendisine Barbie gibi davranılması hoşuna gitmiyor. Peki o zaman niye sen Barbie gibi davranıyorsun? Sorusunu getirdi bu hareketler de bana. Ama Mac'in ablasının katilini aramaktaki ısrarcılığı, cesareti ve inatçılığı hoşuma gitti diyebilirim. Kitabın sonundan yola çıkarak diğer kitaplarda karakterinin biraz daha değişeceğini ve olgunlaşacağını düşünüyorum. Bir diğer karakterimiz ise Jericho Barrons. Kitap boyunca çözülemeyen ve ne olduğu da bilinmeyen bir sır küpüdür kendisi. Kan Ateşi'nde daha yakında tanıyabilmeyi umuyorum. Bir de Fiona var, Barrons'un yanında çalışan kadın. Bu kadar, onun hakkında da pek bir şey bilmiyoruz.

Kitapta dikkatimizi çeken şeylerden birisi şimdiki zaman gibi anlatılırken arada karakterin geçmiş zaman kullanması. Mesela, "Kapıdan içeri girdim, karşımda duruyordu. O zamanlar o kapıdan beni içeri sokan şey cahilliğim miydi, cesaretim miydi bilmiyorum." Bunu tamamen salladım ama kitaptakiler de buna benzer yani. Karakter aslında geçmişi anlatıyor bize ama şimdiki zaman gibi anlattığı için bu kısımlara gelene kadar farketmiyoruz. Yani bu olay beni rahatsız etmedi, -aksine hoş olduğunu bile söyleyebilirim- ama dikkatimi çektiği için belirtmeden geçemedim.

Bir de kitabın başında kitaptaki kavramlar ve tanımlarının verildiği bölüm var. Daha kitabı okumamış olanlara tavsiyem ilk kitabı açtığınızda onların hepsini ezberlemeye veya anlamaya çalışmayın, boşuna kendinizi yormuş olursunuz. Bir kere okuyup geçin, zaten kitap boyunca sürekli tekrar edip duruyor. Olur da hala anlamadığınız yer olursa dönüp tekrar bakarsınız.

Aslında bu kitapta çok bir olay yaşanmadığı için olaylarla ilgili bir yorum yapamayacağım. İlk kitap olarak biraz sönük olmasına rağmen ana fikri beğendim diyebilirim. Demek istediğim serinin üzerine kurulu olduğu düzen hoşuma gitti ve devam etmeyi düşünüyorum. Kan Ateşi'ni sepetime ekledim bile :)

İndirimli Satın Almak İçin:

Puanım: 4   GoodReads Puanı: 4,2
Yazar: Karen Marie Moning   Sayfa Sayısı: 344   Yayınevi: Epsilon

21 Ocak 2014 Salı

Umutsuz (Hopeless #1) - Kitap Yorumu & Alıntılar


   Lise son sınıf öğrencisi olan Sky çapkınlığı kendi şanıyla yarışan Dean Holderla tanışır. İlk karşılaştıkları andan itibaren Holder onu hem korkutur hem de cezbeder. Ona dair bir şeyler, Skyın derinlere gömmek için çok uğraştığı sıkıntılı geçmişine ait anılarını ateşler. Sky ondan uzak durmaya kararlı olsa da Holderın kararlı tutumu ve esrarengiz gülümsemesi savunmasını yerle bir edip aralarındaki bağın güçlenmesini sağlar. Ama gizemli Holderın sakladığı sırlar vardır, bu sırlar ortaya çıkar çıkmaz Sky sonsuza kadar değişir ve güven duygusu gerçekler karşısında yenilgiye uğrar.

   Sky ve Holder ancak çıplak gerçeklerle cesurca yüzleşerek yaralarını iyileştirebilecek ve sınır tanımadan yaşayıp birbirlerini sevebileceklerdir.


   İlk başlarda normal bir aşk hikayesi olduğunu düşünmüştüm bu kitabın. Ama hayır, değilmiş. Aksine Sky ve Holder'ın aşkları normallikten çok uzak. Aslında bu kitap da sadece yalın bir aşk kitabı değil. Gerçek hayatı acımasızlığıyla, tesadüfleriyle, duygularıyla ortaya koyan ve "geçmiş asla peşini bırakmaz" temasını özümsememizi sağlayan bir roman.

   Birkaç yer dışında bu romandaki şokların hiçbirini öngöremedim. Ve okuduğum anda hımm.. nasıl derler.. başımdan aşağı kaynar sular döküldü resmen. Sınıfta millet film falan izlerken başımı koyup ağlasam mı yoksa kendimi tutmaya mı çalışsam bilemedim. Özellikle kitabın sonunda bazı kilit noktalar vardı ki inanmakla tekrar tekrar okumak arasında kaldım. Kesinlikle çok akıcıydı, birkaç bölüm sebebiyle 15+ kitlesinin daha çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. Colleen Hoover'a sadece aşk üzerine yoğunlaşmak yerine hayatın gerçeklerini de içine katarak acı da olsa gerçekçi bir kitap ortaya çıkardığı için minnettarım. 

   Spoiler Uyarısı !!
   İlk kapının açılmasını istemiyorum dediği sahnede babasının ona ne yaptığını anlamıştım ve şok olmuştum. Ama kitabın sonlarına doğru bu düşüncem doğrulanınca resmen olduğum yere mıhlandım. Sanırım kendi düşüncem de olsa inanmak istememiştim. Ama beni asıl şoka uğratan yer Les'e olanları öğrendiğimiz bölümdü. Sınıfta okuduğum kısımda buydu işte ve gerçekten ne yapacağımı şaşırdım. Hayatın böyle adi insanlarla dolu olduğu gerçeğini bir kenara koyarsak, orada Holder'ın vereceği tepkiyi çok merak ettim. Çünkü ben olsam karşımdakini yaşatmazdım sanırım.

   Spoiler
   Karen'la ilgili gerçekleri öğrendiğimde ise o kadar da şaşırmadım nedense. Bu konuda en başta evlat edinildiğini değil de kaçırıldığını öğrenince binlerce kat daha çok şaşırmıştım. Karen'ın bir çete üyesi falan olduğunu düşünmüş bile olabilirim. Ama okulu dışarıdan okutmak, TV, internet, telefon yasakları falan bir süre sonra kaldırılmalıydı bence. Sonuçta basın da 2 aydan sonra kızı takip etmeyi bırakmış. Ne biliyim en azından 15 yaşına bastığında yasakların bir manası kalmamıştı bence. Ama Karen da az değil yani. Her şeyi nasıl ayarlamış öyle isimler, evlat edinme raporları vs. :D

   Spoiler
   Bir de kitabın bir bölümünden sonrasında Six unutuldu gitti. Sonunda gerçekleri kısıtlanmış bir mesaj attı o kadar. Ay, lütfettin be Sky'cığım, zahmet etmeseydin hiç. Bari olayların kıyısından köşesinden bir kısmını da söyleseydin, kız atlar gelirdi yani. Bu arada kitabın başında Six ve Sky isimlerinin ikisinin de çok uydurma olduğunu düşünmüştüm, Allah'tan ikisinin de gerçek olmadığı ortaya çıktı :D Ve kitapta beni en çok duygulandıran yer ise "Hopeless" kelimesinin nereden gelmiş olduğuydu. Ve serçe parmaklarından tutuşmanın geçmişteki hatırasını okuyunca da etkilenmiştim :)


"Tüm ilklerin canı cehenneme, Sky. Benim için önemli olan tek şey seninle sonsuza kadar sürecek şeyler."

☆:*´★`*:☆

"Gözlerini aç," dedi kısık bir sesle. Gözlerimi açınca elini uzatıp gözyaşımı sildi. "Ağlıyorsun."
Ona güven verircesine gülümsedim. "Sorun değil. Bunlar güzel gözyaşları."

☆:*´★`*:☆

Gözlerimi sımsıkı kapatıp ellerimi kulaklarıma koydum, sesin nereden geldiğine emin değildim. Çığlığa benzeyen tiz bir sesti. Bir kız çığlık atıyor gibiydi.
O bendim.
Ben çığlık atıyordum.

☆:*´★`*:☆

Gözyaşları benimkilerden çok daha şiddetli bir şekilde akıyordu. Birbirimize sarılıp ağladık. Anne ve kız olarak ağladık. Hala ve yeğen olarak ağladık. Kurbanlar olarak ağladık. Kurtulanlar olarak ağladık.

☆:*´★`*:☆

Eh, işte bu kitap da böylelikle bitti. Bir sonraki sefere görüşmek üzere, hoşçakalııın :))

Yeni Bir Umut yorumum için buraya tıkk!

Puanım: 5   GoodReads Puanı: 4,5
Yazar: Colleen Hoover   Sayfa Sayısı: 429   Yayınevi: Epsilon

20 Ocak 2014 Pazartesi

Another || Anime Tanıtım & İnceleme


Orta okul son sınıf öğrencisi olan Mei Misaki, güzelliğiyle, zekasıyla ve kişiliğiyle okulun en popüler kızıdır. Fakat mezun olamadan bir kaza sonucu ölür. Bunun üzerine arkadaşları ve öğretmenler Misaki hala yaşıyormuş gibi hareket etmeye başlarlar. Hatta mezuniyet töreninde Misaki için de kutlama yapılır.

Bu olaydan 26 yıl sonra Sakikabara Kouichi aynı okula transfer öğrenci olarak gelir. Okulda yine Mei Misaki adıyla ve bir gözü bantlı esrarengiz bir kız öğrenci vardır. Diğer öğrenciler bu kız hakkında konuşmaktan kaçınırlar. 

Kouichi, Misaki ile konuşmak için yanına gittiğinde Misaki, bu okuldaki öğrencilerin ölüme çok yakın olduğunu, yakında her şeyi öğreneceğini söyler ve uzaklaşır.



Bu anime baştan sona tüyler ürperticiydi diyebilirim. Kesinlikle klasik değildi ve "gerilim" kelimesini tamamen hak ediyordu. Hele o kuklalar yok mu?! Hayatımda bir daha kuklalara ve oyuncak bebeklere "kawaii" gözüyle bakabileceğimi sanmıyorum. Teşekkürler Another.

Animenin başlarında biz de ana karakter gibiyiz. Neler döndüğü konusunda ufak bir fikrimiz bile yok ve sadece bunu öğrenmek bile animenin son bölümlerine kadar getiriyor bizi. Bu animenin birkaç afişini ilk gördüğümde dram veya normal hayat falan sanmıştım. Ama başlayınca dişlerimin takırtısından gerilim ortamı yaratan efektleri duyamaz oldum. Tamam, açıkçası ben gerilimli filmler, diziler vs. kesinlikle izleyemem. Çünkü beni çok geriyor. (Adı üstünde gerilim yani.) Yani çoğu kişinin "aa bak şuna bir anda belirdi" dediği yerde ben 10 doz adrenalin yemiş gibi havaya fırlıyorum. Belki de bu yüzden biraz tırstım ben bu animeden :D

Ama önceden tahmin edilemeyen gerçekler animenin her tarafındaydı ve buna tek kelimeyle bayıldım. Önceden tahmin edince hiçbir esprisi kalmıyor zaten gerçekleri ortaya çıkarmanın. Ayrıca bu animenin konusu da gayet orjinal geldi bana. "Bir sınıfın lanetlenmesi." Ama hâlâ kuklalara ısınamadım, üzgünüm.

Aslında bu animenin bir diğer yönü de "psikopat". Ölümler o kadar açık bir biçimde gösteriliyor ki sanırsın Testere'nin anime versiyonu. Tamam, abartmayalım o kadar da değildi. Ama şimdiye kadarki anime geçmişimde izlediğim en gerilim dolu psikopat animeydi. (Aslında izlediğim "tek" gerilim-korku animesi, belki bunun da etkisi vardır..)


Benim favorim önlem alma sorumlusu Akazawa Izumi. Sonunda azıtmasa çok tatlıydı aslında. Tatlıdan anladığım buysa kendimi aşağı atmalıyım sanırım. Her neyse, şunu söylemek istiyorum ki, bu animeyi ne zorluklarla izlersem izleyim kesinlikle pişman falan değilim. Çizimleri de gayet güzeldi ayrıca farklı bir tür izlemiş oldum ve -psikolojime sıyrıklar atsa da- kesinlikle beğendim.


Bölüm Sayısı: 12 (+OVA)     Tür: Gizem, Okul, Korku, Gerilim     Puanım: 5

18 Ocak 2014 Cumartesi

Sakurasou no Pet na Kanojo || Anime Tanıtımı & Karakter Tanıtım & İnceleme


Sorata yurtta kedi beslediği için yurttan kovulmuş, kedileri çok sevdiği için onları sokakta bırakamıyor ve onlar içi, her şeye razı, Sakuraosu yurduna gitmeye bile. Sakurasou okul tarafından belirlenmiş sorunlu, tembel, ve huysuz öğrencilerin bulundukları bir nevi yurt. Fakat Sorata, gayet normal olduğu için onun bu yurtta yaşamını sürdürmesi hiç de kolay olmayacak, taki Shiina adında ki kız onlara katılana dek. Sorata bundan sonra günlerini dolu hemde o kadar dolu yaşayacak ki, Sakurasou onun için bir evden farklı olmayacak!

Eh, tanıtım yazısı kısaca her şeyi açıkladı zaten. O zaman ben karakterlerden biraz bahsedeyim:

Başrolümüz Sorata. Kedi beslediği için Sakurasou'ya atılmış, hayali oyun yapımcısı olmak ve (Shiina gelene kadar) kedilere bakıcı bulup Sakurasou isimli çatlak evden kurtulmak. 

Shiina Mashiro: Sakurasou'ya yeni taşınmış olan kızımız, eskiden ressammış fakat artık bir mangaka. Shiina, animede "dahi" olarak adlandırılan gruptan biri. (Bu dahiler hiçbir şey için uğraşmadan her şeyi kolaylıkla anlayan tiplere deniyor. Anime "dahiler" ve "normaller" olarak ikiye ayırmış insanları.) Ama Shiina eskiden yaşadığı yerde herkes onun ihtiyaçlarını giderdiği için, nasıl çamaşır yıkanır, nasıl yemek yapılır, nasıl giyinilir, okula nasıl gidilir vs. şeyleri bilmiyor. Bu yüzden evde Mashiron görevi diye bir görev var. Bu da her sabah Shiina'yı giydirmek, çamaşırlarını yıkamak, saçlarını kurutmak, okula götürmek vs. içeriyor. Sakurasou'da kalanlar bu görev için Sorata'yı seçiyor. :D

Kamiigusa Misaki: Sakurasou'nun eğlence kaynağı. Her daim gülen, her şeyden bir eğlence çıkarabilen karakterimiz. Jin ile küçüklükten beri arkadaşlar ve bu karakterimiz de Jin'e aşık. Aynı zamanda bir anime yapımcısı ve bu da dahiler grubuna giriyor. 

Mitaka Jin: Sakurasou'nun çapkın öğrencisi. Bir anime senaryo yazarı ve Misaki'yi seviyor. Fakat Jin'in senaryoları hiçbir zaman Misaki'nin animeleri için yeterli olmuyor, bu yüzden Jin kendini geliştirene kadar Misaki'yle birlikte olmayı kabul etmiyor.

Akasaka Ryuunosuke: Bir bilgisayar dahisi. Kendisini odasına kapatmış ve dış dünyayla hiçbri ilgisi yok. Okula gitmiyor, çoğu kişi onun yüzünü bile görememiş. Sadece e-mail yoluyla iletişim kuruyor. Ve çok besleyici olduğunu söyleyerek her daim domates yiyor.


Sengoku Chihiro: Sakurasou'nun başındaki bir türlü evlenememiş hoca. Daha çok güzel ve çapkın bir tip, ayrıca tembel ve umursamaz bir havası var.

Aoyama Nanami
: Sakurasou'ya sonradan taşınan ahlak manyağı kızımız, Sorata'nın sınıf arkadaşı ve Sorata'yı seviyor. Hayali seiyuu olmak ve bunun için evden kaçmış. Tüm harcamalarını kendisi karşıladığı için gece-gündüz çalışıyor.

Off be, ne çok ana karakterimiz varmış. Favorim ise: Shiina. Animeye gelencek olursak, ilk bölümünü izlediğimde "saçmalığın daniskası" demiştim. Ama yorumların iyi yönde olduğunu görünce her ne kadar şaşırsam da izlemeye devam ettim ve 4-5 bölüm sonra sarmaya başladı. Animenin ilk bölümlerinde biraz ecchi içeriği vardı, sonra tamamen azaldı, rahatsız edici düzeyde değildi. Bu anime daha çok slice-of-life (hayattan kesitler) türünden bir animeydi. Gerçek duygular içeriyordu. Romantizm de vardı biraz, komedi de vardı. Yani kısacası eğlenceli bir animeydi. Çizimleri de ortalama boyuttaydı fakat güzeldi. İlk bölümlerde asla beğeneceğimi tahmin etmezdim, ama ne şaşırtıcıdır ki beğendim :D

Bölüm Sayısı: 24   Tür: Slice-of-Life, Romantik, Ecchi, Lise   Puanım: 4

Kaiken - Jean-Christophe Grangé || Tanıtım & İnceleme


Doğan güneş karardığında,
Geçmiş, çıplak bir kılıç gibi keskinleştiğinde,
Japonya artık bir anı değil, kâbus olduğunda,
Kaiken'in zamanı gelmiş demektir.

˜”*°••°*”˜
Tanıtım yazısına hayran kalarak aldığım kitap, beni biraz hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Ne beklediğimi bilmiyorum ama kesinlikle ilk 250 sayfası farklı son 100 sayfası farklı bir kitap beklemiyordum. -Bunu daha sonra açıklayacağım.- Yani bu kitabın böyle düz bir polisiye olmasını beklemiyordum. Kaiken'in daha kitabın içinde olmasını beklerdim. Yani demek istediğim, tanıtım yazısı ve kitabın ismi son 100 sayfaya kadar bir anlam ifade etmiyor. Çünkü ilk 200-250 sayfa tamamen farklı bir katil, farklı bir polisiye anlatırken olaylar değişiyor, son 100 sayfada farklı bir katil farklı bir polisiye oluyor. Vay be, sanırım az önce insanlık tarihinin en saçma cümlelerini sarfettim.

˜”*°••°*”˜

   Ama bu kitapta kesinlikle bayıldığım bir şey de var: Japon-batı kültürünün iç içe geçmesi. Özellikle animelerle aşina olduğum Japon kültürünün burada hem kültürün içinden hem de dışından olan kişilerin görüşleriyle anlatılması (batı kültürünün de aynı şekilde) falan bir şekilde kitaba ısınmamı sağladı.

˜”*°••°*”˜

   Kitabı kısaca özetlersek, Fransa'da geçiyor. Olivier Passan adlı polis, bizim başrolümüz. Guillard adlı da "Doğumcu" olarak bilinen çift cinsiyetli doğmuş bir katilimiz var. Bu katil, hamile kadınların karnından bebeğini kordonu kesmeden çıkartıyor ve öldürüyor, sonrada her şeyi yakıyor. Bu sürekli böyle devam ediyor. Passan, yaptığı araştırmalar sonucu katilin Guillard olduğundan emin. Ama somut bir kanıtı olmadığı için ne yaparsa yapsın hakimi veya amirini inandıramıyor.

   Olivier Passan, aynı zamanda bir Japon kültürü hayranı. Karısı ise Naoko adında eskiden ülkesinden kaçarak Fransa'da model olarak çalışmış bir Japon. Kendi kültürü hakkında her şeyden nefret ediyor. İki tane de çocukları var. Kitabın başlarında bunlar çoktan boşanma kararı almışlar. Ve kitap boyunca boşanma sürecindeler. Her neyse, bunlar kitabın başıydı. Bir süre sonra Passan'ın kendi evinde tehdit içerikli olaylar yaşanıyor ve Passan bunun Guillard olduğundan emin. Kitabın yarısından sonrası da bu olay etrafında gelişiyor.
˜”*°••°*”˜

   Ben sınav haftası nedeniyle kitabın yarısından sonra 1-2 haftalık bir ara vermek zorunda kaldım. Sınav hafta"lar"ımız da henüz bitmiş değil ama haftasonu olması nedeniyle bu arada hemen okuyayım diye düşündüm. Böylece bitirmiş oldum. Ve kitapta bu tanıtım yazısının tanımladığı son sayfalar favorim oldu. "Kaiken" kısaca bir tür Japon hançeri. Ve kitabın ortalarında bir-iki cümlede geçerken kitabın sonunda etkili bir yeri var.
˜”*°••°*”˜

   Bu kitabı iyi bir gerilim kitabı olarak bulmadım ama gönül rahatlığıyla iyi bir polisiye ve iyi bir macera kitabıydı diyebilirim. Ve tabii ki: iyi bir gizem. Benim takıldığım nokta kitabın ilk yarısı ve son yarısının karakterler dışında birbiri ile alakasız olmasıydı. Yani ilk yarıda karakterlerin özelliklerini bir iki sayfa okuyun sonra son yarıyı okuyun, yine anlarsınız. Sanki kitap zenginleşsin diye başlarına farklı bir hikaye eklenmiş gibiydi. Bunun dışında kitabı sevdim. Karakter olarak ise Passan'a tek inanan ve yanında duran yardımcısı Fifi, kesinlikle favorimdi.
˜”*°••°*”˜

   Biraz da spoiler ile bahsedecek olursam; kitap Guillard'dan bir anda Yamada'ya atladı. Yani bizim okuduğumuz Guillard kısımları kitabın sonlarıyla çok alakasızdı, okumasakda aynı şeydi. Ben de ne biliyim Sandrine falan Guillard ile iş birliği yapmıştır o yüzden ölse de kitabın sonunda Guillard ile ilgili bir bağlantı çıkacaktır diye düşünsem de, farklı karakterler, farklı bir olay bizi karşıladı. Rahatsız mıyım? Hayır. Bu yeni olayı, Ayomi Yamada'yı, Japonya'yı vs. kitabın başındaki olaylara tercih ederim. Beni rahatsız eden ise bu iki olay arasında hiçbir bağlantı olmaması. Ne yani biz başını boşuna mı okuduk? Kafamız Doğumcu, Passan düşmanlığıyla doldu doldu sonra Guillard bi anda nedeni belirtilmeden Passan'ı da öldürceğini düşünerek intihar etti (Halbuki kazanıyordu Passan'a karşı) Ve sonra başka bir olaya geçildi.

˜”*°••°*”˜

   Bu da belki de Grangé'in yazma şekliyle ilgilidir, Sisle Gelen Yolcu'yu falan duymuştum ama bu yazardan ilk okuyuşum oldu. Artık bu yazarın diline aşina oldum, yani bir dahaki okuyuşumda yine böyle bir olay olursa, bu sefer pek şaşırmam sanırım. Ama şu kültürler konusunda yazarı kesinlikle ayakta alkışlıyorum. Japon kültürü ile Batı kültürü ancak bu kadar başarıklı bir şekilde birleştirilebilirdi. Kitap beni alıp sürüklemese de olaylar birbirini takip etti ve ortaya takdir edilesi bir anlatım çıktı. Uzun zamandır bu tür okumuyordum, iyi geldi, bir de ara vermek zorunda kalmasaydım daha çok etkisinde kalabilirdim belki :D

˜”*°••°*”˜

Puanım: 3   GoodReads Puanı: 3,5
Yazar: Jean-Christophe Grangé   Sayfa Sayısı: 384   Yayınevi: Doğan Kitap

Satın Almak İçin: http://www.kitapsihirbazi.com/kitap/kaiken-p536169.html

13 Ocak 2014 Pazartesi

Diabolik Lovers: Haunted Dark Bridal - Anime Tanıtım & İnceleme


  Hikayede ana karakter Yui, paranormal olguları hissetmekte ve gördüğü ruhlar tarafından rahatsız edilmektedir. Tüm bunlara rağmen mutlu olmaya çalışmakta ve söz konusu olan sıradışı durumunu çevresine yansıtmamaktadır. Lisenin ikinci senesinde, babasının işi nedeniyle yeni bir okula (gösteri sanatçılarının ve ünlülerin gittikleri bir gece okuluna) geçiş yapar. Gece okulunda ki bazı öğrencilerin bedenlerini vampirlerin ele geçirdiğine dair hikayeler anlatılmaktadır. Karanlık söylentilere sahip bu okula okumaya gelen zavallı Yui, okuldan daha kötü söylentilerle adı “Perili Ev” e çıkmış ve 6 erkek kardeşin sahibi olduğu büyük bir malikane de yaşamak zorundadır.

Yui, Sakamaki kardeşlerin evine daha ilk adımını attığında yanlış bir yerde bulunduğunu hisseder. Teker, teker karşısına çıkan kardeşlerde en az Yui kadar onun neden bu evde olduğunu anlamaz. Ta ki en büyükleri Shuu, Yui’nin babasının onunla iletişme geçtiğini ve Yui’nin artık Sakamaki kardeşlerle birlikte yaşayacağını söyleyene kadar fakat; Yui bu 6 erkek kardeşin (özellikle Raito) kendisine karşı olan davranışlarından oldukça korkar. Bu yüzden bir an önce babasına telefon açıp evden gitmek ister. Önce cep telefonu paramparça olur sonra da evde ki telefonların hepsi kullanılmaz hale gelir. Daha da panik olan Yui koşmak isterken düşer ve yaralanır. Bacağından damlayan kanları gören Sakamaki kardeşlerin kırmızı gözleri ve sivri dişlerine şahit olan Yui’nin hiç şüphesi kalmaz. Vampir 6 erkek kardeş ile birlikte perili bir malikane de yaşamak zorunda kalır.


Bu animeyi tek bir kelimeye sığdıracak olsam bu kelime "sadistik" olurdu. Kesinlikle böyle olacağını düşünerek başlamamıştım ve ilk bölümlerde bu duygusuz deşici pislik yakışıklılara sinir oldum. Ama bir süre sonra bu sadist canavarlara alıştım, hatta hiç rahatsız etmez oldu. Çünkü kız saçma sapan davranışlar göstermeye başladı. Evden kaçma şansı vardı ama kullanmadı mesela. Ben de bu açıdan kızın mazoşist olduğunu ve başına gelen -ve gelecek- her şeyi hak ettiğini düşünüyorum. Neyse ki finale doğru bu acı çektirmeye meraklı manyaklar biraz ara vermek zorunda kaldı da biraz nefes aldık.

Biraz karakterlerden bahsedeyim. 6 tane yakışıklı erkeğimiz var. Ayato, Raito ve Kanato kardeşler. Anneleri Cornelia isimli cadı kılıklı bir vampir. (Kardeşler bir olup bunu öldürmüş geçmişte.) Reiji ve Shu'nun ise anneleri farklı. Benim anladığım kadarıyla iyi bir kadın, sadece Shu büyük kardeş olduğu için onun üzerine biraz fazla yükleniyor ve Reiji ne yaparsa yapsın farketmiyor. Bu yüzden Reiji büyüyünce onu sadistik bir şekilde öldürmüş ama annesi ölürken bile iyi şeyler söyleyip güldüğü ve acı çektiğini belli etmediği için bir türlü tatmin olamamış. Bu olaylar yüzünden Shu'dan nefret ediyor. Shu ise takımın tembel koalası.Ve bir de Subaru var. Tek kardeş ve bunun annesini kuleye kapatmışlar. Bu da animede ucu açık bırakılan konulardan biri. Başrolümüz Yui ise babasıyla kilisede büyümüş bir kız. Bir gün babasının yurt dışında işi olduğu ve bir süre burada yaşayacağı söylenerek bu eve getiriliyor. Gerisi ise malum. Her ne kadar sadistik ve alışılmışın dışında (ilk defa böyle bir animeyle karşılaştım.) bir anime de olsa ilk başta garipsememe rağmen sonra alıştım ve sevdim bu animeyi. Finali de iyiydi. Ama çizimlerine bayıldım. Orjinal ve yeni tür çizimlerden, güzeldi. Kısacası bu öyle herkese önerebileceğim türden bir anime değil. "Çok saçma bu ne bi biri ısırıyo bi diğeri" tarzında yorumları çok gördüm. Bu yüzden sadece romantizmsiz vampir hikayelerini kaldırabilecek arkadaşlara öneririm :)

Bölüm Sayısı: 12   Yönetmen: Shinobu Tagashira   Senaryo: Seiko Nagatsu
Karakter Tasarımı: Yuuko Yahiro   Tür: Shoujo, Vampir

11 Ocak 2014 Cumartesi

Lovely Complex - Anime Tanıtım & İnceleme



Koizumi, 1.70 cm boyunda, hemcinslerine göre uzun boylu bir kızdır. Ootani ise Koizumi'den yaklaşık 10 cm daha kısa bir erkektir. Bu ikili lise başladığından beri birbiriyle sürekli ağız dalaşına girmekte ve çoğunlukla da bu kavgaları etraftakileri eğlendirmektedir. Zaten kısa bir süre sonra da sınıf öğretmenleri Koizumi ve Ootani'yi "All Hanshin-Kyōjin" olarak çağırmaya başlar. Tüm okulda ise "komedi ikilisi" olarak çağırılmaktadırlar.

İlk Bölümlerin Konusu:


Bu sırada okula yeni gelen Suzuki adındaki genç çocuk, Koizumi'nin hayallerini süslemeye başlar. Bu durumu hemen fark eden Ootani, Koizumi'ye işbirliği teklif eder. Ootani'nin Suzuki ve Koizumi'yi bir araya getirmesinin karşılığında Koizumi de en yakın iki arkadaşından biri olan Chiharu'yu Oatani'ye ayarlayacaktır. Planlarını yapan Koizumi ve Ootani, diğerleriyle birlikte havuza giderler. Eğlenceli bir günün ardından Koizumi ve Ootani acı gerçeği öğrenir. Chiharu, kendi boylarında olan Ootani'yi tam bir erkek gibi görmezken Suzuki de Koizumi için aynı şeyleri hissetmektedir.

♥.•´¯`•.¸¸.•..:*´¨`*:.☆

Bir süre sonra ise komedi ikilisinin duyguları farklı yönde gelişmeye başlıyor. İşte 2 günde bitirdiğim romantik animlerden bir tanesi. Her konuşmalarında tartışan ikilimizin duyguları değişse de aralarındaki boy farkı yüzünden durum garipleşiyor ve bu konuya çok takıyorlar. Ama boy farkı da az değil şimdi :D

Romantik-komedi konusunu çok iyi işleyen bir animeydi. İlk çeyreği falan komediyken sonra romantiğe dönüşüyor, ama iki türlü de ben zevk alarak izledim. Otani minyon falan ama çok tatlı Risa'nın ise saç rengine aşık oldum. Tabii anime bazında. Bu animede çok hoşuma giden karakterlerden biri ise Risa'nın en yakın arkadaşı. Her tepkisine her ekrana çıkışına gülüyorum özellikle bazı bölümlerde tepkileri falan çok hoş :D

Kısacası ben beğendim bu animeyi. Yeni çizimlerden nasibini alamamış ama eski olmasına rağmen çizimi gayet güzel. Her şeyiyle beğendim, 24 bölümlük eğlenceli bir anime. Romantik ağırlıklı komediyi seven varsa tavsiye edebilirim :)

9 Ocak 2014 Perşembe

Uzun Hikaye - Tanıtım & İnceleme


Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu.
Babam "İnatsın inat... İnatçı adamın saçı yatmaz. Dedene çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin" diyordu.
Keşke...

Annemin lepiska gibi yumuşacık, sarı saçları vardı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. "Benim oğlum okuyacak yüksek bir memur olacak" der, sonra da göz ucuyla babama bakardı. Sanki anlaşmışlar gibi babam da ona bakar, dudaklarında muzip bir gülümseme: 
"Hıh... Biz okuduk bir şey olduk sanki" diye omuz silkerdi.


Ben fazla Türk yazar okuyan bir tip değilimdir ama bu kısacık romanı özgün ve güzel buldum. Yazarın sade ve akıcı dilinin yanında hızlı bir olay akışı vardı. Ve kitapta dikkat çeken bir diğer şey ise betimleme ve tasvirlerin fazlalığı. Bunun beni rahatsız edeceğini düşünürdüm ama resmen akıp gitti. "Edebi bir eser işte böyle olmalıdır" dedirtiyor bu kitap insana. "Şunun şurasında 100 sayfa, ne bu beğeni" demeyin. Önemli olan uzunluğu kısalığı değil, içeriği. Köpek Düşleri de bunun kadardı ama onu da bu kadar beğenmiştim. Aaa bu arada Köpek Düşleri demişken; bu kitabı Köpek Düşleri'ne çok ama çok benzettim. Markus Zusak'ın dili ile Mustafa Kutlu'nunki de benziyor ama benim bahsettiğim olay akışı falan. Eğer okuduysanız ikisini de neyi kastettiğimi anlarsınız. Sadece bu kitabın içinde biraz daha siyasallık vardı, 20. yy Türkiye'sinde yaşandığı için.

Bu kitaptaki bir diğer dikkatimi çeken şey ise diyalogların azlığı. Daha çok olayın üzerine yoğunlaşılmış ve geniş zamanda anlatılıp araya birkaç diyalog sıkıştırılmış. Kitaplarda diyalog kısımlarını daha çok okuyasım gelir ama burada ne beni rahatsız etti, ne de kitabı bitirene kadar diyalog azlığını farkettim. Bu yazardan ilk okuyuşum ama böyle kısacık bir kitap bile zevkliydi, çok da abartmayım ama beklentilerimin üstünde çıktı kitap. Ve biliyorsunuzdur ki kitabın bir de "Kenan İmirzalıoğlu"nun başrollüğünde bir filmi çıktı. Fakat filmdeki karakterler olaylar, biraz değiştirilmiş. Ben izlemedim, kitabı unutmamak için ama izleyen arkadaşlarım farklarını anlatmıştı.

İşte böyle, Uzun Hikaye adlı kısacık kitabımız kısacası güzeldi. Olur da denk gelirsem Mustafa Kutlu'nun diğer kitaplarını da denemek isterim tabii ki, neden olmasın? :)


Puanım: 4   GoodReads Puanı: 4,10
Sayfa Sayısı: 115   Yazar: Mustafa Kutlu   Yayınevi: Dergah Yayınları

Satın Almak İçin: http://www.kitapsihirbazi.com/kitap/uzun-hikaye-p363857.html

7 Ocak 2014 Salı

Aşk Gelince (American Heiresses #3) - Kitap Tanıtım



Şu aşk denen şey, gerçekten bunca zahmete değer mi? Adele Wilson için bu sorunun cevabı gayet açıktı: Elbette hayır! Kız kardeşlerinin, hayallerini süsleyen kocaları bulmak için sürüsüyle skandal ve gönül yarasına katlandıklarına şahit olmuştu. Londra civarındaki onca balo da cabası. Kendisine talip olan ilk İngiliz lordunu kabul etmesinin nedeni buydu işte. Ayrıca, onunla neden evlenmeyecekti ki? Müstakbel eşi nazik biriydi, dürüsttü ve kesinlikle gereğinden fazla duygusal değildi. Ondan daha delişmen, daha uzun boylu, daha gizemli olan kuzeninin, yani Alcester Baronu Damien Renshawun tam aksiydi.

Damien, kuzeninin nişanlısını baştan çıkarmaya çalışacak türden bir adam olsaydı, Adelein onu görmezden gelmesi çok daha kolay olurdu. Ancak Damien apaçık bir şekilde Adelee karşı koymaya çalışıyor ve aniden gelişen bu usturuplu davranışları, son derece edepli bir mizacı olan genç kızı daha da kışkırtıyordu. Aslına bakılırsa Damien, Adelein atak, neşeli ve ateşli bir yanını ortaya çıkarıyor gibiydi. Görünüşe göre kader, Adelee tam da o aşk denen şeyin ne demek olduğunu öğretmek üzere ağlarını örmeye başlamıştı…

Damien, "Hiç yanlış olduğunu bildiğin bir şey yaptın mı?" diye sordu. 
Adele bu soruyu dikkatlice düşündü. "Pek sayılmaz. Hatalarım olmuştur, elbette. Herkesin olur."
"Hiç yanlış bir şey yapmak istedin mi?"
Adelein aklına, hatıralarındaki kırmızı baton şekerin görüntüsü üşüştü. Dokuz ya da on yaşlarındayken, Wisconsindeki dükkânlardan birinde bu şekerlerden görmüştü, fakat o zamanlar hiç parası yoktu.
"Çocukken bir şey çalmak istemiştim," dedi. "Bir baton şeker."
"Ama çalmadın." 
Adele başını iki yana salladı. "Hayır, çalmadım."

-o-

Beni Aşka İnandır (#1) ve Aşkın Kollarında (#2) 'dan sonra serinin 3. kitabı da Ephesus tarafından çıkarıldı. Ephesus'un hızına dur diyemiyoruz bu aralar, birçok kitabı birlikte çıkarıyor. Bu seriye başlamayı düşünmüştüm, ama daha başlamak istediğim çook kitap var bu yüzden listeden sildim denebilir :/

Yazar: Julianne MacLean   Yayınevi: Ephesus   Sayfa Sayısı: 352
Liste Fiyatı: 20 TL    GoodReads Puanı: 3,88

Altın - Chris Cleave || Kitap Tanıtım


Genellikle tam burada, size bu kitabın konusunu anlatırız, ama söz konusu Chris Cleave olunca işler biraz değişiyor.

Çünkü eğer KÜÇÜK ARIyı ya da KUNDAKÇIyı okuduysanız onun kitaplarının konusunun, hikâyenin sadece bir kısmı olduğunu bilirsiniz; asıl hikâye, size nasıl hissettirdiklerinde saklıdır.

ALTIN, hem fiziksel hem zihinsel açıdan, insan dayanıklılığının sınırları hakkında.
Ağlayacaksınız.

ALTIN, bizi neyin başarıya götürdüğü ve başarı için neleri feda ettiğimiz hakkında.
Hayatta olduğunuza şükredeceksiniz.

ALTIN, her gün karşılaştığımız zorluklar hakkında; başkalarının şartlarına göre kazanmak ve kendi şartlarımıza göre galip gelmek arasındaki çelişki.

Müteşekkir olacaksınız.

ALTIN, yalnızca Chris Cleavein anlatabileceği şekilde anlatılmış bir hikâye. Ve bir kere okumaya başladığınızda, bitiş çizgisine kadar yürek hoplatan bir serüven. 

Yorumlar:

Cleave, kadınları, özellikle de kırık kalpli kadınları büyük bir empati ve yetenekle yazıyor. 
-The Oregonian

Altının kalbi, ailelerimiz için yaptığımız fedakârlıklarda atıyor. 
-Caley Anderson

Kimse bu kitabı okuyup şöyle hafif bir iç çekemeyecek. Israrla başkalarına okutmaya çalışacaksınız.
 -Alex Heminsley, BBC 6

Küçük Arının yazarı Chris Cleave, sürükleyiciliğiyle elden bırakması zor başka bir hikâyeyle karşımızda. 
-Library Journal

Yazar: Chris Cleave   Yayınevi: Pegasus   Sayfa Sayısı: 384
Liste Fiyatı: 24 TL    GoodReads Puanı: 3,67


Yazarın Benzer Kitapları: 
Küçük Arı
Kundakçı

5 Ocak 2014 Pazar

The Codex'te Alaycı Kuş İğnesi Çekilişi !


İşte hastası olduğumuz serinin vazgeçilmez aksesuarı. Alaycı Kuş İğnesi! Bunlardan bir tane kesinlikle istiyordum ama takdir edersiniz ki her takıcıda satılan bir şey de değil. Ben de bir şansımı deneyim diye düşündüm. Hem fazladan giriş kazanmak, hem de size de duyurmak için bu paylaşımı yapmak istedim. (Ne kadar açıksözlü bir cümle oldu :o) Neyse çok uzatmadan, çekilişe katılmak için resime tıklayın :)

3 Ocak 2014 Cuma

Araf (Providence #1) - Jamie McGuire || Alıntılar



“Hayal kırıklığına mı uğradın?” Ellerini sandalyemin arkasına koyup bana doğru yaklaştıkça, dudakları bir gülümsemeyle yavaşça yukarı kıvrılıyordu.
“Pek sayılmaz. Kanatları olan bir meleğin resmine bakmaktansa, kanatları olmayan meleğimin yanında oturmayı tercih ederim.”


Her kız babasına saygı duyar. Onu kahramanı olarak görür ya da onu  hayatında o kadar önemli bir yere koyar ki hiçbir şey ona olan sevgisiyle yarışamaz. Benim için babam saygıdan , bağlılıktan ve hatta sevgiden çok daha fazlasını hak ediyordu. Ona hayrandım. Superman'dan  çok daha fazlasıydı; o, Tanrı'ydı.


Tek kaşımı kaldırdım. “Jared Ryel, kıskanıyor musun yoksa?”
Jared ellerini saçlarına götürdükten sonra elini çekti. Biraz gergindi. “Sen sordum Nina ve ben de sana gerçeği söyledim.”

Gözlerimi kıstım. “Kıskanıyorsun.”

Kafasını hayır anlamında salladı. “Ben…” Dudaklarını birleştirip kafasını evet anlamında sallayarak odanın içindeki birkaç adım attı, “biraz kıskanıyorum,evet.”




'' Hikayeyi biliyorsun Nina. Işığın olduğu yerde, karanlık da vardır.''


Bana doğru bir adım daha atarken gözleri, ilk kez hissettiği şeyi ele verdi. Gözleri, ona koşmam için yalvarıyordu ve gözyaşlarımın onun canını yaktığını hissedebiliyordum. Beni kollarının arasında alıp hiç tereddüt etmeden sıkıca sardı. 

Beni kucaklamasıyla birlikte rahatlayarak kollarının sıcaklığıyla huzur buldum.


"Eğer istediğin buysa , aranızdan çekilebilirim,'' diyerek kafasını salladı. '' ama  eğer bunu istemiyorsan... kaderle savaşırım. Seni bırakmamak için Cennet, Cehennem ve aradaki her şeyle savaşırım. ''


"Git Jared. Bir çıkış bul."
"Seni yalnız bırakmayacağım," dedi umutsuzca.
Acıyı hissetmemeye çalışarak derin bir nefes aldım. "Eğer gitmezsen, ikimiz de öleceğiz."

Jared gözlerini kapatıp dudaklarını birbirine bastırdı. Hayatındaki öncelikleri ona acı veriyordu. Tekrar bana baktığında, bakışları kararmıştı.

"Bir çıkış var mı diye bakmak için doğruca koridora gideceğim ve hemen geri geleceğim, tamam mı? İkimizi de buradan çıkaracağım," diye söz verdi.
Gülümseyerek kafamı salladım. Gözlerim dolmuştu. "Biliyorum."



"Bana karşı bir şeyler mi hissediyorsun?"
Yüzü asıldı. "Seni aklımdan çıkaramıyorum."



"Seni seviyorum ve seni her zaman seveceğim. Gerçek bu." 
Jared'in yüz ifadesi, dile getirdiğim basit gerçeklikle bir anda değişmişti. Daha önce birçok kez yaptığı gibi dudaklarını benimkilere o aynı yavaş ve anlamlı şekilde bastırdı. Bu hayatımın en güzel anıydı.





"Bir an onun var olduğundan haberim bile yokken, sonradan sebepsizce sürekli karşılaşmaya başlamıştık. Son zamanlarda hayatım böyle küçük mucize ve sürprizlerle dolmuştu ve bundan büyük keyif alıyor, bir sonrakini sabırsızlıkla bekliyordum."


"Ne yapmam gerekiyorsa yapacağım Nina. Eğer uzaklara gitmek istiyorsan, gideriz. Birlikte olmak istiyorsan, yakınlık istiyorsan, seninle sevişeceğim. Sana istediğin her şeyi vereceğim. Sahip olduğum her şeyden vazgeçeceğim. Ailemden vazgeçeceğim. Hemen şimdi arabaya atlayıp gidebiliriz... Arkama bile bakmam. Ama yalnızca benden bunu isteme. Bunu yapamam... yapamam..." 


''Seni asla terk etmeyeceğim Nina. Bu şekilde değil.''
''Bu şekilde değil mi?'' diye sordum. Sözlerinin ardında gizlenen başka anlamlar olmasından korkuyordum.

''Bu hatayı bir daha yapmayacağım. Sen istediğin müddetçe seninim.''

''Söz veriyor musun?''

Gülümsedi. ''Seni, söz verebileceğimden daha çok seviyorum."



"Jared?" Bana baktı. "Benden ne istiyorsun?" diye sordum bıkkınlıkla.
Yüzüme bakmıyordu. "Güvende olmanı, mutlu olmanı istiyorum. Gerisini ben hallediyorum."




Kitap Yorumum: Araf - İnceleme